16 Ekim 2017 Pazartesi

Bugün

İçinde biri öldü bugün.
Fark etmeden. Hani akşama doğru. Hani günün en rezil saatinde.
İçinde biri sordu bugün.
En cevapsız ve nesnetsiz soruları.
İçinde biri sen fark etmeden kızdı bugün.
En sevimsiz anıları hatırlatarak. 
İçinde biri sana seni sordu bugün. 
En acılı şarkıları sana bir bir sorarak.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Beklemek

Her şeye fırsat verdim ben;
Yıllara ağır aksak gitmesi için,
Boynu dik bir ortancaya serpilmesi için,
Siyaha biraz solması için,
Kuşların gidip gelmesi için başka diyarlara...
Tam burada durarak işte.
Dört duvarı çatık kaşlı bu odaya bakarak.
Her bir anı nefes diye çekerek,
Suyunu eksik etmeyerek bir çiçeğe,
Bir parça ekmek koyarak pencerenin önüne,
Aşk meşk kime lazım 25 inci seneye yaklaşırken hayat takvimi,
Her bir günü ziyanken,
İşte karanlığın boğduğu bu deniz mavisi odada bekledim.

Mesela tam karşı binadaki küçük çocuğun annesi,
Kaçıp gitmiş adamın birine diye kızdım önce,
Sonra çocuk ağlamaya başladığında bir gece yarısı,
Döner diye dua edip bekledim.
Bugün beşinci seneyi devriyesi annesizliğinin, bekledim.

Mesela şu diğer taraftaki binada yaşlı teyzenin,
Ölmeden önce yaşı gereğin,
Çocuklarından biri gelsin diye bekledim.

Savaşlar biter diye de bekledim.
Namussuzlar hayattan bir kamçı yer, savrulur diye bekledim.
Sonra ki mevsim anlaşılyazı da bmaz bir güzellik sunar diye,
Adalet yerini bulur diye,
Bir masumun göz yaşını keser diye,
Her şey nihayet mutlu bir sona erer diye,
....



19 Temmuz 2017 Çarşamba

Kendini Asla Suçlamayanlar

Çok nadir bir insan türü, bir kardelen kadar tasasız.
Kar mı kış mı gelmiş umurunda değil.
Keyfime bakarım ben deyip çıkıyorlar işlerin içinden.
Hem neye lazım ömrü kısalır.
Saçları bozulur.
Onca yıl emek vermeden kazandıkları her şey gidiverir.
Kendini hiç suçlamayanlar, sözüm sizlere.
Bir gün dağ başında bir topak kar gibi güneşe dayanamayacaksınız.
Mevsim böyle bir şeydir tıpk;ı adı kader yahut karma her nasıl anılıyorsa onun gibi.
Düşüvereceksiniz kendinizce dağ, tepe artık her neredeyseniz.
Kendini hiç suçlamayanlar bütün hakaretler zaten size.
Geç mi kaldınız acele edin kurtulmaya bu gavur sözcüğü kadar kaba hayat felsefenizde.
Merhametiniz dağ başında bir solucan kadar ismi duyulmamış.
Gülüşünüz dağ başında çıkan bir avuç ot gibi kimse tarafından koparılmamış.
Günlerinizi önlerinize katın, yaşayın bakalım kime kadar neye kadar...

9 Temmuz 2017 Pazar

Temizlik Hastaları

Okb hastalarının rahatlamak için buldukları en güzel yoldur.
Öyle böyle değil her izleyişimde şaşırıyorum.
Bir temizlik hastasının düşünebildiği şeyler beni rahatlatıyor.
Bir tanesi kocasının umumi tuvaletlerden birinde telefonu düşürdüğünü söylemiş. Almış telefonunu çöpe atmış. Adamla aylarca konuşmamış. Adam haklı olarak delirmiş.Kadın telefonu binlerce kez çamaşır suyu ile silmiş.
Bakıyorum, dinliyorum, izliyorum.
Güzel insanlar bunlar, gerçekten.
Falanca dedikodumu mu etti, filanca ne kadar kazanıyor, beriki hayatta ne yapmış böyle bir şey aklına gelmez.
Günde on beş defa evi temizliyormuş temizlik hastaları.
Eee kime ne zararı var.
Öyle bir girişiyorlar ki eve çölde su arayan bedevi gibi.
Bastıra bastıra kendilerini yora yora.
İnsan izlerken o evleri içi ferahlıyor.
Dünyadaki en büyük komplo teorisi tuvalete düşen telefon.
Başka bir şey düşünmeye fırsatları yok.
Hoş bir dert doğrusu.
Pek tabi zordur ama hüzünlenince eline süpürge alan insandan ne zarar gelir?
Tek derdi tozla, kirle, mikropla.
Ha bu arada bir tanesi mühim yerlere gelirse antibakteriyel mendilleri ücretsiz yapacakmış.
Senin dünyaya kattığın hoş sedayı seveyim.

Araştırmalara Göre

Araştırmalara göre en aldatılanlar en çok güvenenlermiş.
Yalan dolan.

Adam çıkıp ben çok saftım ya da ben şöyle, böyle yapmıştım bu sebepten aldatıldım demek istemeyecektir.
Ha sen çok zeki, kurnaz ve olağanüstü akıllı olsan da aldatılırsın.
Aldatmak senin eylemlerinle engellenebilecek bir şey değil çünkü.
Karşıdakinin tiynetiyle ilgili bir mesele.
Öyle internetten araştırmalarla, ipucu aramalarla, dedektiflik yapmalarla da olmaz.
Karşındaki o kadar yüksek becerilere sahiptir ki senin akıl aldığın adamın şeytanıyla bile birdir bir oynayabilir.
Ha şimdi şuraya gelelim aldatıldığımı düşünüyorum ne yapayım?
Bırakacaksın gidecek.
Ya da şüphelerini yok edecek.
Kızıp bağırma, çağırma işleri değil bunlar.
Ne kadar peşine düşersen o kadar alçalırsın.
Yüzde doksan eminsin zaten, yakalayınca zaten yara almışsın bir de üstüne aldığın paramparça bir gururun.
Başla başlayabilirsen yeni bir hayata...

7 Temmuz 2017 Cuma

Ey İle Başlayan Her Söz Dizimi

Ey gökleri mübarek kıldığına inanan tayfa.
Kendi içiniz de karizmatik ve benzeşme adına kullandığınız ey sözcüğü lugattan kaldırılma noktasına geldi.
Bütün tiksinç anlamları ihtiva eder oldu.
Çankırı ili memleketi olanları istisna sayarım.
Zekeriya diye seslenene eyy diye cevap verirler.
Efendimin bir başka biçimidir.
Fakat iki güzel cümle kurayum.
Kendi iklimim ve tabiatıma uygun olanları çoşturayım.
Köşeden, kenardan, eksenden fazla da dolaşmayayım diyenler için;
''EY TUVALET LAZIMLIĞI HER pisliğe de bulaşma'' kardeşi cümleleriniz sizi güzelce sağ en alt katagoriye yerleştirmemiz için bize fırsat sunmaya başladı.

Üzülerek bildiririm.

Olağanüstü Ev Kadınları

Muntazam olan her şeyin peşinde olan bir gurup eli oklavalı kadın bu kez dövüş için değil mantı için el ele, gönül gönüleler.
Sarma sezonuna da az kalmasıyla birlikte nihai hedefleri kışlık malzemeleri birer ikişer saklamak.

Kıymetli bacılarım kilosu 7 lira olan tatsız, tuzsuz domatesleri de konservelemek için heyecanlılar.
Ev ekonomisi derler buna hatta klozetin su bölmesine bir pet şişe de koyarak usulsüz fazla su kullanımının kafasına tahta yemek kaşığı geçirmek niyetindeler.

Böylece ince düşünmeleriyle alemlere nam salacaklar.
Bütün apartman kadınları gıptayla bakacak onlara.
En düzenli ev.
En tozsuz mobilya.
En gösterişli eşyalar.
En güzel yemekler.
Çokça robotlaşmış insanlar.
Bir sürü çiçek.
Çokça kavga.
Mutsuz çocuklar.
Eve gelmemek için ruhlarından bir parça bağışlayabilecek eşler.

Fakat kışlık konserve!

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Yaşamak

Kederi muteber bir mücadele içinde doğan.
Kendini hangi sebepten bir kargadan üstün bulur?

Yakan, yıkan, parçalara ayıran.
Hangi huyunu üstün görür?

Gün diye, ay diye şeyleri icadına vesile,
Kendisine sorsan yüce bir aziz yahut azize.
Beş kuruş için namussuzun, uğursuzun peşinde.
Hangi anlama yaşamayı sığdırır?

17 Haziran 2017 Cumartesi

Mahalle Kadınlarının Eşitlik Anlayışı

Bir grup kocalarının hareketlerinden şikayetçi kadın, kendi aralarında kocalarını eleştirmektedir.
-Hizmetçisi mi var canım suyu bile almaktan aciz.
-İnsan da bir gün der ki; bu kadın da çalışıyor, bir gün de şu evi ben süpüreyim. İnsan gavura bile böyle davranmaz.
-Ne demek kadın dediğin çalışmayacak.
-Bazı hocalar da diyor ki Allah'ı peygamberi unutun, kocalarınıza tapın.
- Bıktım sabah akşam dört duvar içinde sil, süpür, uyu.
-Erkeklerin içinde çalışılmazmış, neden çalışılmasın yapacak olan her türlü kötülüğünü yapar.


Buraya kadar diyorsun ki: Ne kadar umutvari yarınlar var.


Sohbet bitiyor. Evine yetişemeyecek olan kadın liseye giden kızını arıyor.
''Ha Merve kızım abin işten gelince yemeği ısıt. Etrafı toparla. Makinayı aç. Babanın çayını koy.''
Kimse de demiyor beş dakika önce ne dedin?
 Altıncı dakika ne yaptın?
Neden koskoca oğlun yemek bile ısıtmaktan aciz?
 Tencereden yemek bile alamayan asalak bir adam yetiştirdiğin için seni tebrik ederiz.
Çok normal bir şeymiş gibi hem kızını da daha lisedeyken şikayet ettiğin haline benzettin.

Sonra hepsi evlerine dağıldı. Umarım dizilerini de kaçırmamışlardır ve Merve de annesi gibi olmak zorunda olmaz.
Kavgada küheylan olan beyler konu su almaya gelince felçli gibi davranmaz.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Sınır Meselesi

Kim çizdi bu sınırları çizdi önce bilmiyorum.
Sonra hangi akıllı dur kim nerede yaşıyormuş diye hesapladı?
Hiç utanmadan mühim bir iş bizimkisi diye düşünerek harita yaptı?
Sonra hangi çok bilmiş çıkıp yaşananları  ard arda yazdı?
Bu daha kıymetli bir iş efendim diye övündü.
80 yıllık hayatında ki başlarda daha azdı kültür diye bir mesele ortaya attı ve en kıymetli hazineymiş gibi korudu, kolladı.
Bunu insanlıktan önce yaptı.
Bunu can kıymaya bir sebep gibi düşündü.
Hangi rezil kral 1 dönüm toprak için onlarca cana kıydı?
Bu kadar kısa süren bir ömür için bu kadar önem alan başka bir canlı daha var mıdır?
Elimi kolumu sallayarak Edirne'nin ötesine geçemiyorsam. Belki de Kars'ın bir diğer tarafına hangi canlı bundan bir çıkar sağlayabilir.
Burası benim yaşam alanımdır ahan şu ağacın altına idrar bıraktım diyen aslandan daha yabani.
Şu adam ölse de iki gıdım ziftlensem diyen akbabadan daha zalim ve öleceğinin farkına varan nadir canlılardan birisi olarak.
Neden böyle bir şey yapıyoruz, anlayamadım.

8 Haziran 2017 Perşembe

Biz Bize Benzeriz

Karun dedin Lidya kralını akla getirmek gerek. Hadi getirdik diyelim bizim Karun'umuz kim?
Durun durun hemen cevaplamayın.
Size şak diye cevap vereceğiniz sorular sormayacağım belli.
Karun dedin mi en kudretli alan İnşaat.
İnşaat dedin mi akla reklam, lüks.
Lüks dedin mi?
Beyin de bir aşırılık olmalı.
Aşırılık dediniz mi yakışıklı bir bey.
Yakışıklı bey dediniz mi? Akla araba, kadın, mal ve mülk gelmeli.
Hemen iç açıları toplayalım. Ortalama bir değer bulamadınız değil mi?
Bu bir üçgen, dörtgen ve beşgen değil.
Bunun bir sebebi var.
Bizim Karun'umuz bize benzer.
Bize benzediğinden akla tek bir şey gelmiyor.
Görgü seviyeniz yüksekse aklınıza üç beş isim gelir.
Azıcık akıllıysanız kimden bahsedildiği aşikardır.
Bizim Karun kafasındaysanız, bizim Karun aklınıza gelir.
DESTEKLERSİNİZ.
Hani az da sevmezsiniz.


Ankara Pavyonları

Memurların ana vatanı olarak gözlemlenebilecek ayazlı, soğuk bir memlekettir. Çoğu yerlisi sahip olduğu topraklar sebebiyle müteahhitler tarafından zengin edilmiştir. Çok fazla övülmesinin ve şarkılarının duyulmasının bir sebebi var. Efendim Ankara kışları soğuk yazları, yakıcı. Nüfusu oldukça fazla. Şimdi her biriniz ya da her birimiz bunun iklimle ne alakası var diyorsanız, söyleyeyim.
Toprak ağalığından sonra yeni trend toprak zenginliğidir. Toprak, arsa ne derseniz deyin üzerine inşaat yapılacaksa bir gece de zengin olursunuz. Her asil hanım ve bey bu zenginliği bir gece de kaldırmayabilir. Ne yapacak havalar çılgın bir değişkenlik göstermiyor. Mevsimler birbirine kaydı. Her gün tarhana, bulgur yiyen bünyeler kendilerini pavyona attı.
 Ulus dediniz mi akla çok şey gelebilir ama pavyon işini seviyor ve bu alemlerde para harcamak istiyorsanız, ilk gelmek ve görmek istediğiniz yer Ankara olmalı. Pek fazla pavyon işlerinde bilgi sahibi değilim ve fakat Ulus da kaybolduğum bir gün oraların başka bir memleket olduğunu anladım.

Kumarbazlar için dünyanın merkezi Las Vegas ise pavyonculuğun dünya merkezi Ulustur. Gündüz vakti bile erkek tavus kuşu heybetinde gezinen şirin ve mağrur hanımlar bana, gündüz saat 10 da bile pavyon modası örneği sergilediğinden beri Ankara pavyonlarına olan saygım artış göstermiştir. O yüzden fazlaca kızamam, hoş karşılarım. Çok değil bundan beş sene önce bir ayağında gözü kör eden parlaklıkta rugan ayakkabılar ile gezinip üstüne hiç utanmadan kot pantolon giyen beyler şu an da görünmüyorlar.
Nerede bu saygın yakışıklılar dediğinizi duyar gibiyim. Ha ondan önce de parlak takım elbiseleri vardı. Hepsi bir dolabın en ücra yerine kaldırıldı ve de kendileri İnternette tesbih siparişi verip hunharca siyaset yapmakla meşguller. Fakat bu sizi yanıtmasın dört senedir yanlışlıkla bile geçmediğim Ulus, halen renkli pavyon gecelerine köşe bucak devam ediyor. Bununla alakalı yerleşmiş bir değimi bile vardır.Öyle hemen kurtulabilcekleri bir alışkanlık değil. Olaya sosyolojik açıdan bakalım. Ve bölgelere göre pahalılık nasıl ifade ediliyor, gözlemleyelim.
Mesela Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde geçmişten kalma töre izlerini anlatır, pahalılık ifadesi.
Şöyle söylenir '' Babasının kan parasını da üstüne koymuş.''
Fakat Ankara da hesap geldi mi eğer fazla pahalı bulunduysa buna ''pavyon hesabı'' denir.
Gel gelelim en sona elbette ben de Ankara da doğup büyümüş ve bu kültürü az çok kapmış bir birey olarak bu pavyonların reklamını yapmalıyım.
Bir gece de zengin mi oldunuz?
Ankara havalarının o sıcak ve doyulmaz şarkılarını seviyor musunuz?
Küfür de sınır tanımayan yaratıcı şarkılar eşliğinde Rakı, kavun ve peynir hoşunuza mı gider.
Sezonun en trend konsomatrisleriyle tanışmak ve bir gece de bir servet bağışlamak için sizi Ankaraya davet ediyoruz.
SEDA SAYAN'NIN DEDİĞİ GİBİ;
Çıkın çıkın gelin anacım.

Anlayışsız Hanımlar

Gerek fazla söylenmeden, gerek fazlaca kızıp kırılmadan, gerekse yüksek taleplerden adımız anlayışsıza çıktı.
Anlayışsız mıyız, pek zannetmiyorum. Şayet anlayışsız olsaydık her gün bin bir kahırla aynı mutfağın aynı tezgahını, en az üç kez silemezdik.
Ya da bir çocuk büyütmezdik mesela.
Aynı tavırları, aynı hakaretleri , aynı gereksiz küçümsemeleri dinlemezdik.
Bir şeylere kızmak, bir şeyleri kuvvetlice haykırmak insan doğası gereği bizi yormuş olabilir.
Biz kayıtsızca dinleyen tarafız. Kendimizden bir şeyler verdiğimiz zaman kutsalız.
Aslında bütün dünyanın genelinden ayıralım bu işi mesela Türk kadınları diye ayrı, özel bir başlık açalım.
Yemez yedirir, giymez giydirir.
Dayak yer susar ve bütün bunlara rağmen adı anlayışsız olarak anılır.
Çok konuşurmuş da çok kıskançmışta.
Beyler geçiniz böyle meseleleri.
Saatlerce sarılıp on dakika da biten sarmalar hürmetine.
Her gün rastlayıp bir gün teşekkür etmediğiniz temiz alanlar niyetine.
Kırdığınız yeri gelip karısını dövmesini alkışladığınız, kızdığınız belki, çok da konuşamadığınız erkeklerin utançları nedeniyle biraz susun.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Kendimle Söyleyişi

Bu neşeyi, kaygısızlığı bazen arsızlığı anlamiyorum.
Birbiri ardında düğümlenmiş ipler gibi insanlar.
Kimse kimseye benzemediğini idaa ederken her biri bir diğerinin aynısı.
Savaştım bir dönem bende.
Kendimle.
Kendimle savaşta bir sonuca varamadık.
İki tarafta acayip kırıldı.
Ben küfürbaz olana kızdım.
Geçtim karşısına bir şey yaptım dedim.
Bir iz neyim bırak dünyaya.
Çalış çabala.
Örnek bir vatandaş!
Ve insan ol.
Güzelliğin kıta, iklim, yüzölçümü ayırt etmesin uğraş dedim.
Zorla dedim.
Yetmez mi? dedim.
Yetecek mi geçecek mi? dedim.
Bi uyumadin dangalak romantik dediğini, duydum.
Sustum.



Zaman

Zaman ile dünyanın dönüşü arasında bir alaka var mıdır?
Zannetmiyorum.
Bir şeyler geçiyordu.
Birileri geçip gidenin bir anlamı olsun istedi.
Öyle gün dedik,ay dedik, yıl da dedik tabi..
Zamanla garip güneşin ne alakası olur.
Bir gezegen ve bir ışık kaynağı.
İkisi de bunca zavallı iken,
Bu kadar felsefi ve matematik ve astronomik bir şeyi düşünmüş olamazlar.
Dünya dönmese mesela gözlerimin altı hiç kırışmayacak mıydı?
Güneş olmasa kimse ölmeyecek miydi?

26 Mayıs 2017 Cuma

'lerden

Seslerden gök gürültüsü.
Nefeslerden en yavaş ve sessiz olanlar.
Havadan sigara dumanı.
Işıklardan loş çirkin bir sarı.
Duygulardan biraz boşa geçmişlik.
Aylardan mayıs.

Mekanlardan dağınık bir yatak odası.
Şiirlerden, Yusuf Hayaloğlu.
Bestelerden, Ahmet Kaya.
Tadlardan zifir ve günlerden bir cuma.

İnsanlardan bencillik.
Benden kahrolmuşluk.
Sebeplerden neşesizlik.
Yıllardan 17.
Yaşlardan 24.

Kısa Sözler

Dünyanın en kısa sözleri daha fazla  anlam ihtiva etmek zorundaymış gibi okuduk, kısacık şeyleri.
Bir başka tabiatın insanı olmak vardır.
Kültürden, dinden ve acılardan çok müstesna.
Kısacık ömürde başka tabiatların insanlarına da aldandık.
Tek sözü dönüp, dolanan şarkılar moda oldu sonra.
İlk bakışta moda zannettik.
Cebimize baktık sonra, hep aynı kelimeler dolanıyor aklımızda.
Hem bunlar tamam, olur gibi de değildi.
Hayır, hımm , bence ,yapmış gibi bir avuç çirkin paçavradan ibaretti.
Mevsimler de karışıktı.
Tatsız bir sebze çorbası gibi.
Soğuk bizim buralarda pek soğuktur.
Sıcaklarda öyle oldu sonra.
Neşeler pek azdır ve acılar  ve çok şiddetlidir, bizim buralarda.
Sonra yapay bir neşe doğdu.
Ana karnından erken doğan çocuk kadar savunmasız.
Daha vakti de var çok belli.
Çirkin ve kıpkırmızı ama savunmasızlığa verdik.
Onu bile bağrımıza bastık.
Hazır tarhana denen menem bir şey var.
Bizim buralara bile yakışmıyor.
Mayıslar, nisanlar gibi yağmurlu geçiyor.
Sabahlarda kuş sesleri de azaldı.
Bizim buralar bir inşaat mühendisi için bile beton çöplüğü oldu.
Her şey de itiraf edilmemeli.
Bizim buralara bir asit yağmuru gerek.
Büyük fırtınalar.
Dolular.
Çok da çirkin şeyler lazım.
Bizim buralara hatırlatmak için bir şeyleri...

23 Mayıs 2017 Salı

Sevgili Ergenler

Bu yazıyı yazarken ergenliğimi çok uzun bir zaman önce geçtim.
Hepimiz biliyoruz ki hayatımızın en güzel günleri değildi.
Çılgınız, asiyiz bir o kadar ne oluyor bana anlatamiyorum kafasındayız.
Ömür azrailin can alma hızında geçiyor.
Bu işler Temel ile Dursun'un absürd fıkralarında ki gibi de yaşanmıyor.
Benim ergenlik dönemlerimde Harry Potter falan vardı.
En azından bir kafa kurcalama işidir, fakirin gururu misali bize de bi Hogwarst mektubu gelir mi diye hayaller kuruyorduk.
Şimdi bakıyorum siz Kısmetse Olur, falanca tarz benim gibi şeyler izliyorsunuz.
Bence ergenlik dediğin şeyin bu şekilde keyifle geçmesi mümkün değil.
Sizi sıradışı bir ciddiyetle Fox Tv'nin dizilerinden uzaklaşmaya davet ediyorum.
Her birinizin 25 yaşında gibi gördüğünüz 16'lı taşların kıymetini bilmeye çağırıyorum.
Bunu 12 yaşına kadar düşürmekte mümkün.
Ha Allah'tan İsmail YK'ya denk gelmediniz derken aklıma Ajdar geldi. Özür dileyerek affımı talep ediyorum.
Konuyu çok çok dağıtmaya gerek yok.
Çocuklukla, yetişkinlik arasında kaldığınız bu kıymetli devrede bir şey olmaya çalışmayın.
Zaten bir şeyler olmak için çokça zaman kaybedeceksiniz.
Popüler olmak da bunlara dahil.
Güzel olmak da.
Zenginlik hayalleri kurmakta.
Adrenalin patlaması yaşamaya kendini zorlamakta.
Bu kısa müddet içinde yapacağınız çoğunluk hata, ergendir diye örtülebirlir.
Yine de suyunu çıkarmayın.
Hayata karşı umutlu ve sevgi dolu olmayı unutmayın.
Kendinizi sevmeyi unutmayın.
Benden de bi Sırlar Odası okuyun.
Sevgiler

Lanetli Şubat

Üst üste yağan kar tanelerinin basınçla sıkışıp, donup tehlikeli bir hal alması gibi geçiyor günler.
ŞUBAT bilmiyorum herhangi bir şubat ayı sever var mıdır?
Soğuk bir ay hadi onu da geçelim biraz gündüzleri de kısadır. Bunaltır. Sabahlara değin yorganın altında, montun arkasında, kaloriferin köşesinde geçiyor.
Daha soğuk günler var, dur bakalım diyor.
Hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyor.
Yaz geleydi erkenden diyorsun.
Sanki hiç yaz olmamış gibi de hissediyorsun.
Hele iç anadolu ayazı vurdu mu ensene daha şiddetli zulümler geliyor.
Belediyenin iş yapmadığı yerler bataklık gibi çamur, pislik içinde geçiyor.
Sahiden Şubat sever var mıdır? Bilmiyorum.
Yaklaşık on senedir, hem vallahi hem billahi akıl almaz bir şekilde bu sene çok güzel geçecek diye umuyorum. Çok gitmeye gerek yok takvimde 02 görür görmez anlıyorum ki bir değisiklik yok.
Olmayacak.
Senenin gelişi biraz da şubattan belli oluyor. Ocak ayının bu durumda pek bu suçu var mıdır? Onu da zannetmiyorum. Genel de ilk ay olduğu için deneme sürümü mahiyetinde giriyor hayata.
Cidden şubat ayını hiç mi hiç sevmiyorum.
Ömrümde ahan bu ne idigü belirsiz gibi geldi geçiyor.
Bu arada şubat neydi ki haziran da o olsun.

Sevgiler

Nasıl da Aşığım

Birden bire aklıma geldi. Gece saat 4'ünde. Soğuk bir mayıs gecesinde hemde.
Kendime fırsat buldukça sorarım.
"Bugün nasılsın?"
Genelde yorgun bitkin bir hal alıyor geceler.
Aklımda flashback hızında geçen kötü hatıralar falan olur. Mutsuz olurum, bazen huzursuz. Kimi zaman olağanüstü tatlıyım da kendi ekseni dönen dünya gibi olsamda.
Bugün kendime sordum "Naber, nasılsın görüşmeyeli?" der demez bi cevap geldi.
Yanlız cevabım ne tatlı bir kız çocuğuna ne de bir kadına yakışır bir ses tonu içeriyor.
Yorgun bi cevap aldım kendimden "aşığım". Güldüm sonra kendime baktım telefonun o korkunç dikdörtgen yansimasından. Evet evet aşığım.
Bir şeyler hala iyi hissettiriyor. İyi de aşığım, güzel de aşığım. Tatlı da bir aşığım. Sonuç olarak sadece aşığım..

9 Mayıs 2017 Salı

Geberiyorum

Ahmet Aslan'ın söylediği bu şarkı. Ya Rabbi sanat üstüne, sanat. Kim yazmış bu şarkı sözlerini derken. Nazım yine Nazım.

Geçip gitmiş, günler gelin.
Rakı için sarhoş olun.
Islıkla bir şeyler çalın.
Geberiyorum kederden.

İlerde ki güzel günler,
Beni göremeyecek onlar.
Bari selam yollasınlar,
Geberiyorum, kederden.

Başladığım bugünkü gün,
Yarıda kalabilirsem.
Geceye kalmadan yahut,
Çok büyük olabilirsin.


Şiirin aslı budur aslında fakat bana da şunu  duyuruyor.

İlk kıtada teselli, ikinci de karamsarlık, üçüncü de umut var.
Bu Nazım'ın bir huyudur hep son kıtayı bekletiyor. Hüzünlü denizinde yüzerken, göz açmaya kalmadan bakıyorsun ki karadasın.
Nasıl gelip geçiyor, bilmiyorsun.

O kadar zaman kaybettim ki ancak beni zaman teselli edebilir. Hem öyle bir zamanki bana benzeyen.
Islıkları  neşeli ve sarhoş olan.
Yetişin, geberiyorum.

İlerde güzel günler olmalı,
Pek de görüşecek gibi değiliz ama en azından bir selam yollasınlar. Benden haberdar olsunlar.

Bugün başladım her şeye ama yarıda kalmanın korkusu var, hem yetişemedim hem zamanım tükenmiş. Geceye kalmadan bile büyük olabilirsin.
Çok büyük olabilirsin.

Kendine Tezat

Birileri var, kendine tezat.
Birileri var kendine uzak.
Birileri, içinin sesini susturamıyor
Bağırıyor bir şeyler içinde ona.
Aslan gibi sesi gür.
Ağlatıyor onu.
Bir şeyler var onda, ondan olmayan.
Arkada kalmıyor, koşuyor ondan evvel.
Yanardağdan ürkütücü,
Korsandan yağmacı.
Güzel olan ne varsa aldı, götürdü.
Görmedi kimdir, nedir bilmiyor.
Kendinden tezat biri var kendinde.
Adı olsa zulüm,
Soyu olsa zıkkım.
Namı olsa kahpe.
Bir şey var kendinde.
Sövmeden duramıyor.

Sensiz

Kaybolmak üzreyim zifiri birbirine benzeyen günlerde.
Mağaranın en ucunda bir ışık var, sensin.
Daha  önce de dedim sana dört milyardır yaşamış bu dünya,
Elli bin yıldır yaşamış insan orada, burada.
Ben bir yerlerde sensiz.
Coğrafya da pek bilmem, 
İnkar etme sende söyledin.
Yüz yedi devlet var diyorlar bölük, pörçük.
Demem o ki,
Senden uzakta başka bir vatan da...
Öyle uzun zaman yaşadım ki dünyada,
Hesaplamaya da utanıyorum.
Fakat sorsa bana herhangi biri,
Hiçbir günü seni bilmeden geçmiş olmak istemezdim.
Huysuz, isyankarım.
Bir şeyler değişsin diye çok uğraştım,
Senden evvel,
Sensiz yapamazmışım.
Ağlıyorum kabul da edemiyorum.
Güçsüzmüşüm sen yokken de diyemiyorum.
Üçüncü defa dönüyorum aynı şarkıyı.
Gözümü kapanıyor, ufak tefek ağrım, sızım var.
Şu karşıda ki ağacın arkasında da bir ev var.
Yıkık, dökük.
Demem o ki bu boş bozkıra bile.
Çok defa söyledim.
Ayrılırsak kan davası çıkarırım, dedim.
Hala daha korkağım, söyleyemiyorum.
Bunca elemin, kederin şifası senmişssin.
Umuda körüm, susturamıyorum.



Bitmeyecek

Akın akın toplanmış geliyor bir grup yüzü ak güzel hanim.
Her biri derdinde sarı tabağın, kırmızı çanağın.
Bense hesabındayken betonun, baretin, dağın.
Bu ömür bitmeyecek, bitmeyecek...

Mecnun'un Dağ Delme Hadisesi

Kazım, Murtaza ve ben oturduk bir çay sofrasına.

Murtaza söylemesiyle uyuyamamış
sövdü erkenden,  sabahların belasına.
Kazım da tek gözüyle erken yazıyor Mücellasına.

Konu açıldı geldi Mecnun meselesine
Ben derin sukuttayım yakalanmamak için sevgili meselesine .

Kazım, Osmanlı tokatından evla bir yumruk atıyor sofranın ortasına,
Murtaza ya bu başlıyor akıl satmaya, yarı uyanık kafasıyla.

Murtaza:
-Dağları delmekle olmuyor bu işler.

Mihriva:
-Hangi dağ delinmiş, hepsi yalan dolan kardeşler.

Kazım :
-Mecnun yandı gitti Leyla'nın belasına.
Yaşasaydı şimdi gece gündüz mesaj mı atılır, der sayardı  sevdalısına.

Başıboş

Bu başıboş hale bağlandık.
Ha dünya yanıp yıkılınca umrumuzda mı, pek tabii o kadar da şirazeden çıkamadık fakat tiksindik.
Yarışlardan, hemde en gururlu olanlarından bile.
Yarının telaşı bize her türlü musibet olarak geri döndü.
Musibet ile ardı arkası kesilmez kazaları ayırdık.
Her şeye de gülemiyoruz artık başıboş olmak dangalaklık ile pek karıştırılmasın.
Aramızda bir karar verip kendimizi sizden en kırmızı çizgiyle ayırdık.
Başka bir şey desek mutlaka bizim için onurlu bir kelimeymiş gibi gösterilirdi.
Serserilik, o eski anlamında değil artık biraz da varoşluğa vurulur diye kendimize yakıştıramadık.
Hemen adam olmadığımız kanısına varılmasın, içimizde kadınlar olduğu için bu söze karşı çıkmıyorum.
"Adam olmak" derken; her biriniz başka bi anlam yüklediğinizden kendimizi oradan da kurtardık.
Hurafelerinize de arada gülüp geçiyoruz.
Her şey için yırtınmanıza şaşkınlık da geçiriyoruz.
Hesabı,  kitabı, kargaşaları da kolunuzun altına bırakıp gidiyoruz.
Ha bunları yapıyorsak çok uyanık miyiz?
Orası da yanlış anlaşılmasın.

Çocuk Ruhlu Denen Şey

Bir çocuk olmak küsmemek, darılmamak ve kötü olan çok şeyi bilmemek üzerine yaşanıyor.
Bahsettiğim şimdinin uslanmaz çocukları değil elbette ben bir avuç demir para yerine bir şekeri tercih edenden bahsediyorum.

Öyle zor yaşanan bir şey ki, şimdinin çocukluğunda yaşanamıyor; lakin bir zamanın asil yokluğuna yakışıyordu, hatırlarsınız o tatlı sevinmeleri...

Doğumdan, ölüme genellikle hazin bir hikayenin içindeyiz. İçinde değilsek kenarında, köşesindeyiz.

Çok şey bilmenin ağır bir sorumluluğu da vardır zamanla masumiyetini kaybedersin.

Örneğin, bir şeyi moda kurbanı olarak aldığını fark ettiğin zaman alış-veriş denilen şey eskisi kadar safça olmuyor.

Bazıları çocuk ruhu denen şeyi kulağından tutup, çevirdi. Nerede yaşına başına bakıp utanmıyor musun bunu demek istediğim  bir yetişkin görsem ''çocuk ruhluyum''  ben deyip, kaçıyor yılların verdiği sorumluluğu almaktan.

Bir şeylerin içini boşaltmakta ne kadar da sabırsızız.

Otuzlu yaşlarında, çoluğunu çoçuğunu bırakıp sevda adına kaçan bir kadına ''aşk kadını'' olmak nasıl yakışmıyorsa aynı hadde ve derecede ''çocuk ruhlu'' olduğunu ima ve fakat kardeşinin aldığı lavaboyu bile kıskanan kadınlarımıza bu sıfat yakışmıyor.

Kendimden aldığım yetkiye dayanarak hepinizi  ''şeytan ruhlu'' ima eder.
Hayırlı günler dilerim.

Susmak

Söyleyecek bir şeyler olmadığından değil; kimi zaman nafile yere konuşuyor olmanın verdiği bıkkınlıktan susuyor insan.
Ve kadınlar da susuyor artık, sessizliğe tahammül edemeye edemeye.
Bir  yıldızın ve ayın  güzelliğiyle seyredilmek üzere göğe çekildiği gibi.
Bir kenar, köşe buluyor yorgun bir kadın.
Önce duyulmaktan, sonra anlaşılmaktan vazgeçiyor.
Ve her vazgeçiş bir devrim gibi asil değil.
İçinden bir şey kopmuş da hava alıyor gibi hissettiriyor zamanla.
Sonra kendini unutuyor.
Ardından neşeli neşeli sevinmeyi.
Sonra kızmaktan vazgeçiyor.
Kaybetmekten de korkmadığı an çekip gidiyor bir yerlere...
Ve bir yas başlıyor hazin ve derin.
Memleketinden sürülmüş haklı bir  davanın neferi gibi ıstıraplı değil.
Uzun bir nadasa bırakılan yorgun bir toprak gibi devam ediyor yoluna..
Başka şeylere sevinmeyi öğreniyor çünkü bir diğer taraf oldukça hazin.
Bir doğa mucizesi gibi içinde her şeyi barındırıyor bir kadın.
Başka şeylerden konuşmaya başlıyor.
Başka şeyler sevmeye başlıyor.
Yeni bir şeyler ekiyor nadasa bıraktığı çorak toprağına.
Sonra sen bunu mucize zannediyorsun ki kesinlikle değil.
Diyorum ya doğa gibi kuvvetlidir bir kadın.
Yeni çiçekler açtırıyor taze baharlarında.
İlk baharıymış gibi.
Zeytin ağacı kadar kendinden emin.
Yavaş yavaş ilerliyor zazamn
Hiç bir zaman eskisi gibi neşeli değil kadın ve fakat daha kuvvetli,
Bin yıllık çınar gibi...

Bozkır

Soğuk bir mevsimden ziyade soğuk bir ifadesi var buraların.
Yaramaz bir çocuk gibi bir ağlayan bir neşelenen bir havadan ziyade buralarda olmak hep soğuğu hatırlatır.
Sırf havasından dolayı da değil hiçbir zaman bir Doğu Anadolu'nun samimiyetini, sıcaklığını aramak.
Bir Karadenizlinin ansızın gelen neşesi, çalışkanlığını bulamamak.
Dolayısıyla bozkır tabiatı biraz insan yoruyor.
Çiçek, böcekten ziyade bina yanına bina aramanın dargınlığı var.
Hep buralarda olmanın bir kusuru da olabilir; yahut kendi içinde çok zıt tabiatların insanlarıyla yaşamanın kattıklarından göremiyorum.
Ben sisi Karadeniz'in dağlarına yakıştırıyorum.
Yeşili de oralara...
Sanki buralarda  bir çam bile dikmenin gereği de yok yakışmıyor gibi hissettiriyor zamanla.
Tatlı-tuzlu yapılan yemeklerdeki o alışılmadık his gibi.
Karşılara baktığım zaman yarı çıplak dağlar...
Bir eksikliği var buraların hiddeti ehli, sevgisi ehli.
Rüzgarı sert.
Suyu tatsız ve bulanık.
Güzel şeyleri de vardır buraların mutlaka.
Ama ben göremiyorum...

6 Mayıs 2017 Cumartesi

İzahat

İzahat versek kendimize mesela.
Neyi ne kadar doğru yapabildik?
Bir doğru, eksen takımına hangi sebeple dahil olabildik?

Kendini bir başkası kadar sevebildin mi?
Kendinden verdiğini, kendine verebildin mi?

Dur, durak bilmeyen şu nafile ömründe,
Yahu ben kimim ne yapmak istedin diyebildin mi?

Bugün kendince kıymetli olan ne yapabildin?
Kıymet demek hangi arzı gösteriyordu senin lugatında?

Pare pare, paramparça yüreğine,
Hangi mayayı çaldın inziva sırasında?

İzahat ver kendine ey muteber!
Yolların sonu hangi bilinmezlere çıkıyor bilinmez.
Ben bu ana payidar değilim, de.
Silkiniver şu uyuşuk, vasata değer haline.
Dur de durak göster.
Emsale dayan.
Fakat kendine izahat ver.
Kız kendine lazımsa kendin perişan et.
Ve değilse kendini, kendin bahtiyar et.

Arka Teker

Arka teker daima ön tekeri kovaladı uzunca bir ömür.
Ve ömür oldukça duygusal ve sonlu bir kelimeydi.
Arka teker, bir kader sebebiyle daima savrulması gerektiğini düşündü.
Kuvvetsizdi.
Sürükleniyordu önünü göremeden, her kim ne yaşıyorsa ikinciydi.
Kendine de biraz kinciydi.
Kuvvetli bir isyan anına denk geldi bir gün.
Durdu, kıpırdamadı.
Beraberce saplandılar koca bir bataklığa.
Aşındı sonra her biri.
Değer miydi, bir inat uğruna harcamaya kendini?
Ardından gürültülü bir ses oldu.
Baktı ki yol vermek sırası onun oldu.
Kendi yoluna gidebilmenin o güzel ama aheste saygısı.
Başını döndürdürken, aşındırdı kendisini o hususi sancısı.
Çıktılar hep bareber bir düze.
Sonra çıkardı attı birisi,
Hepsini üst üste.
Arka tekerin ön görme çabası,
Çıkardı her birinin başına bir müşterek hayat kavgası.
Gün be gün, ay be ay konuştular bir dize bin dize.
Fark ettiler ki tekerin pek bir faydası da yokmuş öküze.





Akrep ile Yelkovan

Akrep daima ağır başlıydı.
Sakin, kendinden emin.
Yavaş yavaş dönüyordu ekseninde.
 Daha tasasız, sessiz, duruyordu. 
Daha kısaydı.
Ve daha belirgindi. 
İlk önce herkes ona dikkat kesilirdi.


İnceydi yelkovan, 
Telaşlıydı.
Çok konuşur gibi nasıl da sesler çıkarırdı.
Yorulmuyor, durmuyor, dinlenmiyor, soluklanmıyor .
Aslında akrebi de bir yerlere çeken o söyleyemiyor.


Yelkovan hep daha çok şey verdi kendinden.
Çok koştu, çabaladı, Fakat ince olmanın doğası gereği çabuk kırıldı, çarçabuk acıdı. Eskidi, zorlandı, söylendi ama söyleyemedi. Tıpkı kadın gibi.Çekti bir yerlere bir şeyler aslında zaman onun tepesine bindi. Dakikayı, dakikaya böldü.Kimi zaman koştu akrebi yakaladı ama yaka paça değil huzurlu, canlı,heyecanlı.. Düzeltti, yön verdi, yolunu değiştirdi sonra kaybolur gibi oldu fakat doğru zamanda yine akrebini buldu.

Aslında kadınlar hep böyleydi. Arı gibi, karınca kadar, sudan daha, gülden çok,..
Duyulamadı, bilinemedi.
Bir hikaye de böylelikle tükeniverdi. 

Yağmurdan Sonraki Toprak Kokusu

Bir annenin kokusundan sonra en huzurla buluşturan kokudur, ıslak toprağın kokusu.

Bir şiir de rastlamıştım, 'insan toprağın kokusuna neden bu kadar vurgundur' diye düşünen şair bunu ölümle bağdaştırmıştı.
Bilirsiniz ki, yaşlılarda da bir toprak uğraşı merakı da vardır. Topraktan gelen, toprakla bir olmak istemez mi hiç? Ölüm kapısını çalmadan; sonsuzluğa gözünü yummadan?
Demek öyle kuvvetli bir doğa hadisesi ki bu; tanımak istiyoruz toprağı, elimizle dokunarak, gözümüzü okşayarak. Bizden olanı, bize benzeyeni hem insan kadar vahşi, bazen kirli olmayanı...

Bir şey eker ekmez bitkinin toprağa kavuşabilmesi, kökünü daha sıkı sıkıya tutturabilmesi için ''can suyu'' denilen bir şeye ihtiyacı varmış.
Bir sonraki zaman toprak yeniden doğanı alabilmek için  çehresine bir nergisin de toprağını tanıyabilmesi lazım. Onun için toprağa bir kaç damla su ekilir  kuru toprağın ensesine.
İşte o zaman topraktan belki bir yağmur sonrası kadar değil ama inceden bir koku yayılır.
İşte o zaman, toprağı bir ölüyü sarmayalan anneden ziyade bir çocuk doğuran anne gibi düşünüyorum.

Bir şeyler yaşamaya devam ediyor.
Bazen yeni doğum yapmış bir annenin çığlığını duyuyorum toprakta mesela, ilkbaharları.
Bazen solgun yüzlü bir ihtiyarı tanıyorum toprakta, sonbaharları.
Ama yağmur yağdığı vakit asla ölümün bizi çektiğinden değil.
Yaşayanların ruhunu hissedebildiğimizden seviyoruz.

Bir papatyanın, süt emer gibi toprağı çekmesi.
Yaprakların uğultulu şarkılar söylemesi.
Ölümün karasından değil.
Doğumun beyazındandır.

Bir şeyler bağıra, çağıra anlatıyor bize.
Mucize denilen şey çok da ötelerin işleri değil.
Bakmayı bilmiyorsun, doğanın çığlığını gönlünün meltemine saldın.
Çözemiyorsun.

Öyle olmasa doğar doğmaz ağlayan bir çocuğun sesini,herhangi bir mayıs yağmurunda neden duyamayasın?


5 Mayıs 2017 Cuma

Emek

Türk Dil Kurumu'na göre emeğin oldukça basit bir anlamı var.
''Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü.''

Öylesine net bir tanım ki bu bir anayasa maddesi gibi, integral tanımı, biyolojik bir izah gibi..
Halbuki bence emek çok kutsal ve dokunaklı bir şey.
Aslına bakarsanız;
Bir ağaç yetiştirenler bilir ki, ''emek'' gururlu bir şeydir,
Bir evlat yetiştiren bilir ki ''emek''  duygusal bir şeydir,
Bir işçi bilir ki ''emek'' aynı zamanda yıpratıcı da bir şeydir.

Elbette zihinsel bir uğraş da emektir, fakat gurur yolunda bedeninle kendinden bir şeyler eksiltenin emeği daha yüce daha onurludur.
''Alın teri'' diye yüce bir şey deyim var dilimizde o sebepten bir zamanlar böyle şeylerin kıymetini bilen insanlarmışız.Şimdinin zalimliği o sebepten 'merhamet sahiplerinin' gücüne gidiyor.
Şimdiyse binlerce işçinin emeğini ilk fırsatta gasp edecek zalim patronlar akbaba gibi işlerin başında uçuşuyorlar ve bunu yapanlar gayet Müslüman geçinen kimseler.Müslüman, nedir farkında mıyız?

Bir takım din tüccarları işi öyle büyütmüş ki, peygamberimizde zengindi diyecek kadar gözleri ve vicdanları kara.. Vicdan nedir hatırlıyor muyuz?

Dünya da emek sömürmekten , emek verenin canına kast
 edecek hareketlerde bulunanlar(ille de bıçaklama ile olacak iş değildir bu) zevki sefa içinde daim ve gelecek kaygısız yaşamaya devam ettiği sürece biz ''Müslümanca davranmaya'' , ''Haksızlık bize vurmayana kadar susmaya ne kadar devam edeceğiz?


Hayata Alışmak

Kızmaya, isyan etmeye, söylenmeye gücü kalmıyor bir saatten sonra insanın.
Gezegenler gibi her birimizin başka bir görevi var.
Birbirimizden habersiz, bir şeyler yapmak zorunda olarak yaşıyoruz.
Acaba diyorum bir horoz sabahları gürültülü bir bağırışla, birilerini uyandırdığının farkında mı?
Mutlaka bir işe yarıyor olmalıyız ki, benim yaptığım en güzel şey kabul etmek.
Bir zamanlar neşe dağıtmak diye düşünürdüm ki değilmiş.
Ben her şeyi olduğu gibi kabul edebiliyorum.
Bu bir çeşit hayat adaptasyonu olmalı.
Kimileri daima kızarak.
Kimi daima mücadele ederek.
Kimi üzülerek.
Kimi vazgeçerek yapıyor, başarıyor bir şeyleri.
Bense bu kısa hayat yolunda kabul etmeyi seçtim.
Kabul ediyorum, kötüleri, zalimleri, hata edenleri acıtanları, daima doğru hareket edenleri.
İşte diyorum sen öylesin, öyle bir ağacın meyvesi, öyle bir denizin suyusun.
Ben başka bir memlekete, başka bir doğaya aitim.
İkimiz de haklıyız, kendi davamızda.
İkimiz de kötü değiliz ama başka memleketlerin çamı, çimeniyiz.
Sonra rahatlıyorum, kendimi de kabul ediyorum.
Peki sen nasıl hayata alıştın, ne yapıyorsun yaşayabilmek için?

Eskileri Unutamamak

Çok sevdiğim kalemi de kuvvetli olan bir arkadaşımıza yazı yazması için önce ricada sonra baskıda bulundum.
Fazlaca güzel ve tatlı bir yazıydı.
Yazının bir yerinde şöyle  bir cümle vardı, yorgunluğunu anlatan.
''Bence yazı yazmak önüne bakanların işi, bense hep arkama bakıyorum.''
Sordum kendi kendime.
Sahi, öyle mi ben daima öne bakanlardan mıyım?
Fark ettim ki, aslında ben sadece bakacak bir yer arıyorum.
Geçmişe baksam pişman,
Geleceğe baksam umutlu ama biraz da karanlık.
Sahi, ne demek bu önüne bakmak?
Kendime bir soru sorduğum zaman daima sual, suali açıyor.
Güzel günler yaşadığıma inansam da bir saat dahi geriye gitmek istemiyorum.
Sırtımda iki tekerlekli bir kağnıyı çekiyorum çünkü ben ağır, aksak.
Zaman benim için hiç geçmek bilmedi. 
Daha güzeli olacağını umut ettim.
Güzel olana şükrettim.
Kötü olana isyan da ettim, kuvvetli bir gaflet anında.
Ama devam ettim.
Çünkü biliyorum  kötü anılara gözün kapalı bakmanın tuhaf bir tarafı var.
Acılar tez siliniyor anı defterinden ama güzel olanlar sürekli akmaya devam ediyor.
Kötü şeyler çok çabuk unutuluyor;sen sonra geçmişe bakıp üzüldüğün anda kahkaha atıyorsun ya
o da Allah'ın bir lütfü aslında.
Farkında değilsin ölümün acısı bile zamanın kollarına kayboluyor.
Belki bitmiyor.
Belki bazı zamanlar aklına gelip yürek yakıyor.
Eksikliği sızlatıyor ama şimdiki aklımla bile bir an geriye gitmek istemem.
Eğer yeterince yaralanmamış bir kalbim ve cesaretim olsaydı belki.
Bence geriye bakmak cesaret işi ben sadece şu ana bakabiliyorum.

4 Mayıs 2017 Perşembe

Nerelisin

Kendi aile büyüklerimden hiçbir zaman görmediğim bir mesele, insan hangi sebepten nerelisin diye sorulduğunda, aslen nereli olduğu dışında her şeyi söyleyebilir..

Doğma, büyüme buralıyım.
Eşim şuralı.
Biz şuradan göç etmişiz.
Sadece annesinin memleketini söyleyenler.

Bunlar sorulan soruların cevabı değil.

Yozgatlının, Ankaralıyım demesi insanları inandırmıyor, şiveden anlaşılır. 
Yarın arabaşı çorbası yapacaksın anlaşılır.
Tipinden anlaşılır.
Kültür olarak anlaşılıyor.
İstesen de istemesen de bir kültürün içinde yetişmiş oluyorsun. 
Bir aylık bir imzanın verdiği gururla sonra başka bir yerin insanı oluyorsun.
Bunu da en çok Karadeniz gelinleri yapıyor aslında.

Sonra insan gayri ihtiyari soruyor, karalahana çorbası.
Kem küm..
Karalahana sarması
Zeytinyağlı mı diyen duydum.
Balığı biz beyaz unla kızartırız.(hele hele)

Hayır zorlama söyle, söyle de  anlayalım.
İnsan kendi yaşadığı memleketlisi olduğu şehir de bile ''aslını inkar'' için bu denli uğraşırsa, 
yetiştireceğin çocuk, dünyaya bırakacağın genotip inkar usülünü kaldırmaza.

Kavram kargaşalarına, uzatmalara, sıkılmalara lüzum yok.
Bastıra bastıra ben şuralıyım diyeceksin.
Memleketinin insanları yeterince iyi değil mi?
Emin ol bulunduğun yerinde değil.
Herhangi bir ilin tüm insanlarının da değil.

Son olarak ''aslını inkar eden bizden değildir.'' diyen Hz. Ali
bu sözünde ırkçılıktan bahsetmese bile neseb icabı bir şeyleri inkar etmek hoş olmuyor.
Aslında babanı inkar etmek gibi bir şey ve tabi annenin nereli olduğu da önemli babanın seni tek başına oluşturabileceği bir gen yapısı da yok. Annen sadece seni taşımıyor ondan da gelen çeşitli özelliklerin var, olmaya da mecbur.

Nereli olduğun kimseyi ilgilendirmez fakat.
Böyle kuvvetli inkarlar şahsiyetten büyük şeyler götürür.






3 Mayıs 2017 Çarşamba

Sinek Kuşları

Her türlü kuşu dayanılmaz derece de korktucu bulmama karşın, sinek kuşlarını mucizevi bir şey gibi görüyorum.
Neden mi?
Hemen açıklayayım.
Sinek kuşları yaklaşık serçe parmağı boyunda, uzun ince gagalı ve hepçil olmayan nadir kuşlardan.
Çok hızlı uçabiliyor öyle ki uçarken kanatları görünmüyor.
Bu kadariyla da kalsa yine iyi kanatlarını ters yönde çırpabiliyor. Helikopter gibi dikey hareket edebiliyor fakat bunlar mucizevi bir şey gibi görmemin sebebi değil.
Bir kartal gibi, akbaba, baykuş, agaçkakan gibi popüler değil.
Güvercin hele bizim en iyi bildiğimiz.
Öyle bir kuş türü ki bu kimseye zarar vermeden, çiçeğin özünü bile tadadıyor.
Baksanız öyle büyük, yiğitçe yetenekleri de yok.
Bir zafer simgesi, ölüm hatırlatıcısı da değil.
Kendi halinde öyle narin narin uçarken.
İnsanoğlunun pek haberi yok ki bu iyi bir şey.
Dünya da bir bitkiye bile zarar vermeden yaşamanın bir yolu olduğunu gösteriyor.
O yüzden sinek kuşu benim için muazzam bir hatırlatıcı.
Bırakın şahini, kartalı,  güvercini bir sinek kuşu hassasiyetinde yaşamak istiyorum ben.

Yazının Sakinleştirici Etkisi

Cinnet geçirmeye ramak kala bir şeyler yazmaya başladım ve hakikaten gördüm ki yazının böyle kuvvetli bir etkisi varmış.

Pek çok sebebi olmakla birlikte belki de en önemlisi kendi düşünce, fikir dünyanı keşfetmek. Önceleri farkında olsanız dahi yazarken derinlemesine düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Ardından gündelik hayatın o bitip tükenmek bilmeyen eleminden tatlı tatlı sıyrılıyorsunuz.

Televizyon, filmler, oyunlar her birisi daha çok sinir stres yaratıyor.

Televizyonda hep birbirine benzeyen programlar.
Oyunda sürekli öl, diril,  küfür duy derdi.

Ha sohbet, muhabbet kısmını tenzih ediyorum. Dedikodudan, kinden, kendini övme hevesliyle yerle yeksan olmayan kaldıysa üç, beş kişi o da muhakkak sakinleştirir.

Toprakla uğraşta öyle bir şey ama cidden yazarken insan bambaşka bir derde sahip oluyor.
Bir başka düşünüyorsun. Neyi, nasıl anlatsam diye düşünmenin yüreğe su serpen de bir tarafı var.

Okumak da lazım bir taraftan birisi tuğla bir diğeri harç vazifesi görüyor. Ayrı ayrı sağlam bir duvar inşaa etmek pek de mümkün değil.

Sıra sıra kelime dizerken hemen sonrakinin kaygısı başlıyor hemen, böyle bi zincilerme rahatlık vaadediyor.

Tabi her şeye de çare midir? Zannetmiyorum. Mesela yan daireden gelen televizyon sesi asla bir ninni değil.
Belki de yazının sonlarına gelmemden ötürü duyuyorum, bilinmez.
Yazmada ısrarcılığı tavsiye ediyor.
Esenlikler diliyorum...






Kadınları Öven Bir Grup Azınlık

Bir grup azınlık dikkate değer bir serzeniş içinde.
Biri fırsat verse anında kadınları övecek.

Bu bahsettiğim azınlık kadınlar değil pek tabi...
Hemen ne yapsak yaranamıyoruz, Allah bizi 'fakr-u zaruret içinde harap ve bitap' düşürüp canımızı alsa da kadınlara bulaşmadan,ölüp kurtulsak demeyin.


Hakikaten, kim sizden bir övgü, bir iltifat bekledi?
İşimiz, gücümüz olsa olsa denklik olabilir.
Yapılması gereken filozofik ve katma değer katacağına inanılan edebi çıkışlar değil.


Şöyle bir haksızlık anında; kas gücü bakımından fakir yaradılışlı kadının karşısında ki o ehl-i namus olmayan adama, Dur! diyebilmek.
Mezalime, baş kaldırmak. Yok yapamıyorsanız.
Çok sevdiğim bir hocamın derste sürekli söylediği gibi.
'Konuşturtup durmayın.'

Domates

Nazım Hikmet'in bir şiirini var, belki de zamanın nasıl geçtiğini en güzel anlatan şiirdir.

Ben İçeri Düştüğümden Beri
.
.
.
''Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
Ben içeri düştüğüm sene.
Sonra vesikaya bindi.
Bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet.
Yumruk kadar simsiyah bir tayın için,
Şimdi serbestledi yine,
Fakat esmer ve tatsız.''

Şimdi bu günlere uyarlasak böyle bir şiir mesela..

Kıpkırmızıydı, tatlıydı domates.
Ben çocukken,
Sonra enflasyona bindi.
Bizim burada. iç anadoluda , birbirini itip, kaktı millet,
Turuncu, tatsız üç lira bir domates için.
Yakında serbestler yine,
Fakat domateslikten bihaber ve tatsız .


Biraz edebi bir çıkış yapmak istedim bağırış, çağırış. gürültü, isyandan anlamayanlar için...

Çok da Mel'un Şeymiş Canım Şu Sanayi Devrimi

Sizi 21. yüzyılın garip pop akımlarından, gün geçtikçe değişen moda taraftarlarından ve bitip tükenmeyen evlilik programlarından çekip çıkarmak niyetindeyim bugün...

Olay Avrupa semalarında 18 ile 19. yüzyıllar arası geçiyor. Oradan Kuzey Amerika ve Japonya'ya sıçrayış. Ardından bütün dünyayı kapsayan bir yayılış var.

16. yüzyıl bütün dünya için nüfusun adetA patladığı bir tarih.
Özellikle Avrupa dolayları için tabii. Nüfusun artması ilk olarak köy nüfusuna etki edeceği için (Miras yoluyla daha az toprak sahibi olup, geçinememek hasebiyle gerçekleşiyor ,ayrıca tarımda da çeşitli yenilikler mevcut olup insan gücüne pek lüzum yok. Köylerden kentlere göçler başlamış, başlamış ama köylünün kentte yapabileceği iş olanağı da pek mevcut değil, etraf bir grup sanayi devrimini kaldırabilecek iş gücüyle dolup, taşıyor.

Etrafta daha önceleri çay, şeker bulamayan orta sınıf da artık çay ve şekere erişebilir vaziyette fakat yeterli üretim yok.Bunun önemli bir sebebi de bugün insan hakları diye diye milletleri komplekse sokan zamanın ''yağmacı'' Avrupalıları her türlü zulüm ile memleketlerini kalkındırmış olmaları.

Kafamızı çevirip Dünya haritasında güney-doğu dolaylarında bulunan Hindistan'a(O zamanın Babür İmparatorluğu) bakıyoruz. Oldukça bereketli topraklara sahip bir millet o gün Fransızların himayesinde. Oldukça büyük filozofları olan bu millet henüz kadınları kocalarının ölümü ardından (kocalarıyla aynı tabutta) yakabilecek kadar vahşiler.
Vahşi mahşi ben dinlemem o topraklar bana lazım diyen İngilizler, Fransızları yeniyor ve imparatorluğun hazinesine el koyuyor. Artık maddi durumu da oldukça düzelten İngilizler çeşitli ham maddeleri de memleketlerine getirmek de bir elzem görmüyorlar.

Para var, kaynak var dene-yanıl, uğraş-bul taktikleri ile çeşitli hammaddeleri işlemeyi öğreniyorlar.
Sonra bakıyorlar ki ulaşım kaynakları yetersiz olmadı. Bu kez sömürge devletlere işlenmiş, sömürgelerine satmışlardır.

Orta sınıf zenginleşti mi? Pek ala.
Zenginleşmiş orta sınıf ve ilelebet zengin kalacak sınıfın pek bi derdi kaldı mı? Yok gibi görünüyor.
Artık bu zenginlikle sanat ve teknoloji gelişe bilmişler.

O vakitler Osmanlıya bakıyoruz alelacele.
Sancak kaldırılmış.(Şimdi sancağın kıymetini anlayacağız)
Eğitimin bozulması, yeniçeri ocağının kuvvetlenmesi, tımar sisteminin bozulması gibi kötü etkenler var.
Valide sultanlar da ülke yönetiyor.
Taa o günlerden bu günlere boynumuzu dikleştirip, zenginleşememe nedenimiz hakkında bir şeyler yazmak istedim.
Öyle bir devrimdi ki bizi de yıktı geçti.
Ve devam ediyor, biraz daha yumuşak şekillerde olması hasebiyle tabi kii...
Sonuç olarak, çok da mel'un şey şu sanayi devrimi...





Bir Nesle Böyle Kıyıp Geçtiler


Sadece aşık olmak için doğmuş gibi olanlar.
Biri kahrını çeksin diye doğmuş olanlar.
Binlerce kıyafetten başka bir şeyi olmayanlar.
Oturdular bir masaya sonra...

Biri bir yerlerde öğretmen oldu, bir hayat amacı, inancı da yoktu.
Kendi de sahip değil bir hedefe, atmak istemedi hiçbir zaman bir imza  kendinden sonrakilere.

Bir diğeri adaleti evinde görmeden bir hakim oldu.
Babası bir ekmeği bile adaletle bölemedi diye,  o da zulmedenlerden oldu.

Biri mühendisliği seçti , dört işlemin bile üstünden öyle böyle geçti.
Bilmeden Ali'ye Ayşe'ye Zeynep'e de kıydı geçti.

Bir tanesi sadece anne olmak istedi, 
Ben en çok anne olmayı sevdim, dedi.
Onu bile beceremedi.

Kimisinin elinde sadece yoksulluğu vardı.
Bazılarının sadece namussuzluğu.

Var oldular yaradılışa hakaret ederek,
Sonra bir sela ile gittiler müslüman gözükerek,

Geriye kaldı bir avuç ziyan .
Bir nesle böyle kıyıp geçtiler.
Kendilerinden de geçtiler.
Kalanları sefalete teslim edip geçtiler.

2 Mayıs 2017 Salı

Her Şeyin Zamanına

Her şeyin bir zamanı var.
Yaprak dökme zamanı eylüle kaldı.
Göç etmek mesela kuşlar çoktan gitti, geldi.
Fakat seni sevmek dört mevsimin dördünde de güzeldir.
Belki dördünde de buruk.
Belki kışları daha zordur.
Belki bahar onca güzelliği ile yine sönüktür ama seni sevmek dört mevsimin dördünde de güzeldir.
Ve dört bin sene geçse de,
yine 
yeni
bir hüzün bağışlar mevsimlere.

Bir Saman Alevi

Bir saman alevi gibi geçip giden ömür. Kimsenin çokça beklentisi yok ama umut denen mucizevi bir şeyler var, geceleri kızılötesi bir tonda aydınlatan.
Sen, senden olan şeyleri seviyorsun çok mu pembe? Peki laciverdin hangi tonu sağ çıkabilir bu haksız rekabetten.
Sen güneşli bir gün seviyorsun ve belki de ben çokça bulutlu bir geceyi, yağmuru ve korkutucu sisi.
Bir şeyler koyuyoruz üst üste bir savaştaymışçasına  binlerce kum torbaları gibi yığın yığın ve aslında düşünmüyoruz o çarpışma teorisini...

Rengarenk bir balkonun pis ve bakımsız bir sokağa bakması gibi geçiyor  günler.
Gün kelimesi ki astronomik ve fakat ne kadar edebi bir ifade.
 Ve ne yazık ki günler geçiyor saman alevi gibi...
Bazı günler için oldukça gerek mesela bir ölüm gecesi gibi...
Yahut çokça ağrılı, acılı bir gündüzde.
Sen geçmiyor sanıyorsun, hiddetleniyorsun belki.
Ama geçiyor, senden çok uzak bir güneşin pervasız kaprisi sebebiyle.
Gün elinde değil, acı elinde değil, hayat ışıklarla bezeli bir tiyatro sahnesi de değil.
Sen bunları düşünürken bile günler geçiyor saman alevi gibi.
Her bir saniye ömründen yavaş yavaş siliniyor.
Ve metafiziksel olarak zaman kavramı formülsüz, tasasız.
Bir çözüm beklemiyor bu kez biçare fanilerden.
Ama geçiyor bir şeyler saman alevi gibi.
Sen asla fark etmek niyetinde değilken.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Hayatın Çemberine Takılı Kalmak

Aslında çok acayip, bir insan dünyaya gelir gelmez bu hisle yaşamıyor. Bir yerden sonra hedeflerin büyüklüğünden olsa gerek durup '' hedeflerime yaklaştım mı, bu dünyaya hangi sebepten geldim? sıradan bir hayattan benimkinin bir farkı var mı?'' diye düşünmeye başlıyor bazı acıların ve eksikliklerin ardından.

Biyologlar var olmanın amacının  DNA'nızın gelecek nesillere aktarmak olduğundan bahsediyor. Dinler, üstün insana erişebilmek olduğunu söylüyorlar. Çokça felsefi düşüncenin de başlangıç kaynağı bu sorudur aslında.

Kimimiz mutlu olmak ve anlık hazlar için yaşıyor. Bazıları dünyaya kendinden sonra izlenebilecek bir imza için yaşarken bazıları evlatlarının akıbeti için, kimisi cennette gidebilmek  yaşıyor ama pes etmeden yaşıyoruz buna devam etmek zorundayız.

Evrende ne kadar küçük olduğumuzun farkına vardığınız an eğer üzüntülü bir haldeysek üzüntümüz nedensizce azalıyor aksi durumda  bir hedefin peşinden koşarken dünyada çok ufak ve manasız olduğumuzu düşünürsek hiddetimiz artıyor.  Aslında algımızın hizasında yaşadığımız durumlar bakış açımız gün ve gün anbean değişiyor.

Pek çoğumuz hayatın çemberine takıldık. İstediğimiz işi yapamayarak, istediğimiz kişiyle evli olmayarak, Her geçen gün aynı şeyleri yapmaya mecbur kalarak. Hatta yaşamak münasebetiyle yemek, içmek, uyumak, dinlenmek, çalışmak zorundayız. Dolayısıyla şunu fark ettirmek istiyorum; yeni  bir durum değil bu doğar doğmaz bir şeyi yapmak zorunda olarak dünyaya geliyoruz.
Aslında hayatın çemberine en başında takılmıştık. Yaşamanın en temel gerekleri bile doğar doğmaz sırtımıza bir küfe gibi yüklendi ve her sene artarak devam etti. Farkında değildin öylesine yaşayıp giderken. Bir anda aydınlandın, sorguladın ardından kızdın öfkelendin ve değiştirmek istedin.

Değiştirebilir misin her gün devam eden bu döngüyü? Elbette fakat her değişimin bir fark edişle başladığını unutmamalıyız.
Kendinize küçük iyilikler yapmayı unutmayınız.
Var olmayı anlamlandırabilmek için, dayanabilmek için...
Pek tabi cebimizde bir takım umutlarla...

Bol Şanslar...

Başarılı İnsanların Ortak Özellikleri

Başarılı eğitim hayatı ve çalışma hayatı olan insanları inceleyip başarılı  olan insanların ortak özellikleri nelerdir diye düşündüm, inceledim, bulduğum anda çeşitli sordum. Özetleyecek olursak, fark ettiğim detaylar şunlarıdır:


Bitip tükenmeyen bir istikrar;
Kaldığımız yerden her birimiz devam etmek zorundayız ama başarılı insanlar, başarısızlıklardan fazlaca etkilenmiyorlar yahut etkilenseler bile gündeminlerinden bunu çıkarabilme yetenekleri oldukça yüksek.
Onlarda başarısız oluyor, onlarda tükenme noktasına geliyor ama sonuç odaklı oldukları için yaptıkları hatayı değerlendirip yola daha sakin ve sonuç odaklı devam ediyorlar.  Bu davranışı başarılı olmak için yaptıkları bir şey olmadığını ve karakterlerinin yapı taşlarından birinin bu olduğunu düşünüyorum. Başarısızlığın ağırlığını fazla hissettikleri anda anında bir plan yapıp şu şekilde hareket ederek hatamı telafi edebilirim diye düşünüyorlar ve yas tutmayı bırakıp doğru olanı yapmaya hızlıca adapte oluyorlar.



Kendilerini iyi tanıyorlar;
Sakinleşmek için ne yapabilirim, neye katlanamıyorum, kendime nasıl bir iyilik yapabilirim, hangi insanlar bana iyi gelmiyor gibi şeylerden eminler.


Karşılarında duran engellere boyun eğmiyorlar;
Başkaları nasıl çözmüş sorunları  dinliyorlar, kendilerine yeni yollar geliştiriyorlar aynı zamanda bu geliştirmeyi sürat ile yapıyorlar.


Genellikle Pozitif İnsanlar;
Bu da bir şeye başlamak için yeterli enerjiyi sağlamaya yetiyor.


Sabrın sonu selamettir, sözünü deneyimledikleri için fazla korkulu değiller;
Tabi başarının tadını almış olmakta kamçılayıcı bir etkendir.


Kilit nokta karalık bir hırs değil asil bir azim;
Hırs, kıskançlık gibi duyguların insanları kısa vadede başarıya ulaştırsa da yenilenmesi ve taşınabilmesi ağır bir duygu olduğu için bir yerden sonra temiz bir niyete asla galip gelemiyor.

Neden başladıklarını unutmuyorlar;
Bu da tükendikleri anlarda destekleyici bir etken oluyor.

Son olarak ve belki de en önemlisi yaptıkları şeyi seviyorlar;
Aslında iş gibi değil hoş bir hobi gibi algılayarak sonuçlara fazla odaklanmayıp, yeni bir şeyler keşfedebilmelerine olanak sağlıyor...


Başarılar...



Yeni Başlayanlar İçin Karşılaştırmalı Romantizm

Onlarca dizinin romantizmi bir zorunlu bir güzellik olarak işlemesi sonucunda  genç kızlarımız üzerinde bir baskı oluştu , "Ben daha romantikliğini yaşamak zorundayım ve  gerekli her şarta sahibim".

Hakikaten öyle miyiz? Bir yarış içinde herkes, birisi daha sözünü bitirmeden daha güzel bir şey anlatmak istiyor. Aslında kadınlar arasında üzücü olaylar içinde bu durum yaşanıyor fakat acılar paylaştıkça azalır ilkesi bunu haklı gösterebilir. Bir diğer taraftan romantizmin paylaştıkça artan bir şey olmadığı da aşikar.

Her kadının kendini oldukça özel hissetmek istediği artık toplumca kabul edilmiş bir gerçek ama başka bir insanın iyi ya da kötü bir hareketi kişinin ne kadar özel olduğu konusunda bir ölçüt değil. Bir kanıta ihtiyaç duymak gibi düşünülebilir ama şunu da bilmek lazım her ilişki aslında bir parmak izi gibidir. Kendine has, başka bir parmak izine benzemeyen. Yani istatistiğin girişinde ki temel sorular gibi 9 mandaldan herhangi ikisi seçiliyor. O ikisi artık şeklen, mesleki, kültürel, sosyoekonomik ve dahi kişilik olarak ne kadar uygun olursa olsun  o özel bir ikilinin  bir daha tekrarlama olasılığı yok denecek kadar az.

Şimdi oluşturduğumuz ikili de çok güzel taraflar olabilir tabi ki eksiklikler de var olacak. Nasıl ki muhteşem bir insan yoktur, muhteşem olmayan iki insanın muhteşem bir ilişki yürütmesi de mümkün değildir daima bir eksiklik haiz olacak. Bunun romantizmle ne alakası var, diyebilirsiniz. Şöyle ki romantik davranışlar da karakterin duygu ve düşüncesi ile alakalı bir olay.Örneğin, kimileri için yüzlerce balon romantik bir şeyken kimisi için tamamen çocukluktur. Hakikaten böyle bir şey için yanıp tutuşuyor olsaydık böyle bir adamı ya da kadını tercih etmemiz gerekmez miydi?

Şimdilerde romantizm bile bir başkasından öğreniliyor olması, zaten olayı hafifleten bir durum. Bir diziden, filmden ilham alınarak yapılması biraz da bizim çeşitli duyguları yaşayamayıp, yaşatamadığımızın bir nişanı mahiyetinde. Oysa ki basit, hoş, gönülden gelen her şey daima ışıklarla bezenmiş, binlerce defa çalışılmış bir sahneden çok daha duygulu, içtendir.Bir şeyler yapmaya çalışıp karşıdakine de öğretirsiniz o da size pek çok şey öğretir tabi kendi içinde yeni, başka birinin iletişimine benzeyemeyen bir şekilde.

Kimsede olamayan tasarım bir çantanın, ayakkabının, bir elbisenin dahi hoşumuza bu kadar gittiği bir dönem içinde böyle basit şeylerin farkına varmamız ne kadar hüzünlü ve hazin değil mi?

Saygılar...

30 Nisan 2017 Pazar

Sinirli Bir Kadına Yaklaşma Rehberi

Öncelikle kadınlar bir birikim sonucu sinirlendikleri için önceden fark edebilmek çok önemlidir.

Maddeler halinde düzenleyecek olursak;

*Kadın size öfke, sinir, bağırış ve çok yüksek tepkilerle mi geliyor?
Acilen sevinebilirsiniz, size karşı halen bir şeyler hissediyor demektir.

*Sebebini bilmek oldukça önemli bir etken. Aslında tıpkı erkeklerde olduğu gibi sen haklısın, özür dilerim gibi şeyler söylenebilir fakat bunu içten yapmadığınız taktirde kadın bunu hızlıca algılayıp daha büyük tepkiler verebilir. O yüzden yeteneklerinizden emin değilseniz bir müddet uzaklaşmakta fayda var fakat daima erişilebilecek bir yerde olmak önemli.

* Bırakın içinde ki elemi, kederi kussun. Asla sözünü kesmeyin. Ben böyle mi yapmıştım, ne zaman oldu, hatırlamıyorum, hayır böyle bir şey yapmadım gibi şeyler o an söylenecek sözler asla ve asla değildir.

*Eğer hakikaten yaptığınız şeyin farkında değilseniz, seni böyle üzeceğini bilseydim gerçekten yapmazdım şu an bende üzgünüm gibi şeyler söylenebilir.(Aynı şeyi 150 defa yapmadığınız taktirde.)

*Gönül almayı bilmek oldukça önemli. Her kadın için başka yollar mevcuttur, bunu anlayabilmek için dikkat etmek lazım.

*Barışmak için doğru zamanı fark etmek çok önemli. Kadınlar merhametlidirler fakat asla unutmazlar, durduk durmadık yere sinirlenmeleri çok olağan bir durum değil.

*Çok küçük şeylerden mutlu oldukları için hiç yapmadığınız küçük ve tatlı şeyler yapıp heyecan arttırabilirsiniz.

*Eğer siz haklıysanız, gerçekten haklıysanız şu hareket benim böyle hissetmeme neden oluyor sen suçlu olduğun için değil benim algılarım bu şekilde derseniz kadınlarım eşduyum yetenekleri yüksek olduğu için mutlaka bu hareketlerini kısıtlamaya çalışacakdır.


Son olarak gönül bağlarının kolay kopmaması için tıpkı bir çiçeği düzenli sular gibi sevgi, ilgi, şirinlikler yapmak önemli. Yoksa bir kadın için düzenli sinir, kızgınlık zamanla yerini kabul edip, terk etme isteğine bırakır hatta kendisi hakikaten bir şeyleri bitirmek istemiyorsa bile içinde yeterli gücü bulamaz.



Sevgiler...

Ve Türk Erkeği Kezban'ı Yarattı

Kezban'ın size tam olarak bir tanımını yapmak isteseydim şöyle derdim;
Herhangi bir Türk erkeği hoşuna gitmeyen  bir durumu aşağılamak için ''Kezban'' ifadesini kullanır ve bunu yerli, yabancı , şehirli , köylü, eğitimli, eğitimsiz, çoğunlukla Türk ama olmak zorunda değil herkes için yapar bunu. Çekinmez daima ''bokunu çıkarır''  ve anlamını ebesinin örekesine kadar genişletmeyi üç sene gibi kısa bir zamanda başarmıştır. Oldukça başarılılar aslında bu konuda.

Maddeler halinde düzenleyecek olursak:

*Sevişmek isteyen erkek, sevişmek istemeyen kadın için
*Kibar bir kadın seven erkek, aslında asla kibar olmak zorunda olmayan kadın için
*Bir kadınla konuşmak isteyen fakat kadından dünyalar tatlısı cevap almak zorunluluğu hissettikleri için (Milliyet'in haberine göre ülkemizde her 4 saatte 1 kadın tecavüze uğruyor. Google'dan aratabilirsiniz)
*Kaşları kalın olduğu için (bir kaç senedir moda çok dillendirilmiyor)
*Kolunda tüyler olduğu için
*Konuşmaları kesip attığı için
*Kimilerine göre futbola ilgi duyduğu için
*Bazılarına göre bağırdığı için
*Küfür ettiği için
*Sigara içtiği için
.
.
.


Peki karşıt durumlarda mesela ilk maddeyi yani sevişmeyi isteyen bir kadın  için hangi sıfat uygun görülüyor, diğer hemcinsleriniz arasında .
Nedir bu düşmanlık kimse kimseyi böyle bir kadınla ya da aksi yönde hareket eden bir kadınla ilişki kurmak için zorlamıyorsa bu konuyu sabahtan akşama dillendirmek kime ne yarar sağlar.

Bu kadar Türk kadınları üzerine konuşmak size nasıl bir katkı sağladı?
Neden bu aşağılayıcı düşmanlık?
Sizce de fazla abartmıyor musunuz ?

Saygılar...

Çağımızın Vebası Kıskançlık

Çağın vebası gibi bir değerlendirmeyi gayet kaldırabilir bir durum .
Yaşça büyük olan teyzelerin bugün ki kıskançlık seviyemizi anlamadığı aşikar.
Peki şimdiki nesil daha mı yakışıklı? Sümme haşa.
Daha mı çapkın? Oldukça.
Birbirine erişebilirlik durumu daha mı yüksek? Belirgin derecede.
Bütün sebep bunlar mı yeterli sebepler tabi ki değil.

Öncelikle, biz kızlar arasında her bir şeyi konuşma isteği çok yüksek. Bu bir elbisenin kemerinin tokasının renk tonundan başlayıp kadın cinayetlerinin sosyolojik ve kültürel sebeplerine kadar ilerler.
İkincisi olan bir şeyi tam o an ki heyecanla anlattığımız ve bir dinamit gibi gezdiğimiz için başka bir hanım arkadaşımızın fitili yakma ihtimali çok yüksek. Dolayısıyla biz olayı üç arttırarak anlatırken bir kız arkadaşımız kuvvetle bize destek vererek olayı beş yapıyor. Dolayısıyla tepkilerimiz oldukça yükseliyor.

Bir diğer sebep çok fazla ilişki yaşamış, yaşamasak bile dinlemiş sırf arkadaşlarımızınkileri de değil, arkadaşlarımızın arkadaşlarına varıncaya kadar dinlemiş olduğumuz için bu konularda oldukça deneyimliyiz ve bu dünyada ki en ağır şey yani aldatılma mevzusunda hatanın hiçbir çeşidini kabul edemiyoruz.

Bir diğeriyse çok fazla erişilebilirlik mevcut artık herkes her şeye o kadar çabuk erişebiliyor ve dahi hızlıca vazgeçiyor ki  kadın bunları çekmesi lazımmış gibi ya da erkek istediği her şeye sahip olmak zorundaymış gibi hareket ediyor ikisi de aslında doğru adamlar değil.

Peki ya iletişimsizlik o da ayrı bir sebep erkekler dinlemeyi, kadınlar özetçe anlatabilmeyi çok da bilmiyorlar.

Falanca kadın öyle yapıyormuş diye duyan erkekler ve erkeklerin her an aldatabileceğine dair sürekli bir şeyler duyan kadınlar, kışkırtmanın etkisiyle olayları abarttıkça abartıyorlar .

İnternet de bunların arasında bir sebep aslında birini aldatmayı kolaylaştıran bir etken ki onlarca sosyal medya kanalı bu işi yirmi dakika gibi kısa bir sürede yaptırabilecek kadar kolay araçlar sunuyor.

Son olarak her zaman sahip olduğu bir şeyi gözden çıkarırken çok tedirgin bu bir güven duygusu da olabilir sevildiğini hissetmekte, özgürlük duygusu da olabilir. Sevdiği insana karşı hissettiği güvenilir sevgi de her biri ve belki çok daha fazlası birleşip bir deprem yaratıyor ve zaman zaman artçı depremler de yaşatarak ilişkileri kaçınılmak istenen sonlara yaklaştırıyor...

Sevgiler



28 Nisan 2017 Cuma

Selvi Boylum Al Yazmalım

İzlemeyen genç kuşağa çok şey kaçırdığını belirterek söze başlamak isterim.
Filmde kamyoneti ile derin duygusal bir bağ içinde olan bir İstanbullu ile sarışın bir sekreterin yani Dilek'im cilveleşmeleriyle başlıyor. Kadın çok güzel elbette. İstanbullu karakter açısından biraz deli-dolu. Sonradan şehirli olmuş olmasında da önemli bir etken var. Dilek ile üç dakika önce öpüşmemiş gibi afeti devrana yani Türkan Şoray'a aniden vuruluyor. Filmin en güzel yani ilahi bakış acısını yansıtabilmek amacıyla içsel sesleri duyabiliyor olmanız. Bu açıdan film pek çok duyguyu aynı anda yaşatıyor.

Al Yazmalı, bir utangaç bir inatçı bir sevimli ve oldukça güzel bir karakter. Biraz da çevre etkenine bağlı olarak sıkılgan, köyden bir çıkış arıyor o da.
İstanbullu ise heyecanlı, neşeli, anı yaşayan, çapkın bir adam hayatından öyle memnun ki değişik bir şeyler arıyor gibi.

Bir müddet sonra Asya'nın evlenme ihtimalini söylemesi üzerine zaten daima heyecanlı olan İstanbullu daha bir heyecanlanıyor.

Aslında güzel olan Asya'nın aşkı. Asya daha bi safiyane daha bir masum daha bir çaresiz.

İlyas Dilek'ten ne çabuk vazgeçti. Ne çabuk karar verdi bir başkasının elini tutmaya. Neden tek bir şey bile söylemedi bir diğerine.

Ve evlilik....
Dilek üzgün. Asya az biraz olaydan haberdar.

İlyas methiyeler düzmekte bir hayli usta aslında. Ne kadar da çaresizce bilindik.

Asya her şeye seviniyor her köylü kızı gibi ...

Ve Çocuk..

 Cemil tam bir İyilik  sever olarak meydana çıkıyor...

Samet doğuyor ardından... Dilek şehirli olduğundan oldukça tebrikte gecikmiyor.

İlyas kamyona canı gibi bağlı. İlyas sarhoş. Dilek yapma dedi . İlyas çokça içti.

Asya güya büyük bir hata yapıp kamyonu Ilyas'a geri verilmesi için konuştu. Oysa ki kendi aklıyla da yapmış olduğu bir iş değil.  Ne kadar büyük bir günah olabilir bilinmez. Dilek, İlyas'a gerekli olan her şeyi vermiş, İlyas aklınca Asya'yı cezalandırmıştı.

Dilek ben de seni sevdim ama ona git dedi filmin çokça arka plana itilmiş, anlaşılamamış acılı bir diğer karakteridir.

Asya evi terk ediyor. Cemil'i buluyor. Bakınız Cemil yakışıklı değil. Neşeli değil. Çılgın değil. Asya'yı güldürmüyor ama güven veriyor. Asya çaresiz Cemil'e sığınıyor. Cemil de hafiften vurulmuş.

Çocuk hasta oluyor imdada koşan Cemil.
Asya ortada kalıyor yardım eden Cemil.
Eliyle besliyor yeri gelince, iğne vuruyor , oyun oynuyor,  oyuncaklar ve hediyeler alıyor.

Asya gitmeye yelteniyor. Cemil gitmelerini istemiyor, açıkça da söylüyor adam gibi. Açık sözlü, iyi, şefkatli.
Evladını kaybetmiş, karısını kaybetmiş sığınacak bir dal arıyor...

Asya döndü sonra Ilyas'a ,İlyas yoktu. Asya çaresizliğin en son yerinde sonra bir bakıyorsun yine Cemil ortada. Cemil yine iyi, Cemil daima bekliyor o da seviyor. O da çok seviyor.

Asya zamana yenik düştü her aşk gibi. Her acı gibi. Asya düşünmeye başladı. İlerleyen zamanin istikameti üzerine.

Ve bir gün İlyas değil Cemil'i bekledi. Vazgeçti. Samet, Cemili babalığa seçti. Asya da sevgi nediri düşündü , bir kadın ne arıyorsa Cemil de vardı ama sevgi yoktu .

Sonra İlyas geldi. Asya'nın yüreği yine çarptı. Çarpacaktı da bekledi. Düşündü. Onca iyilik gördü. Unutamadı işte...

İlyas oğlunu gördü  kaybettiklerini anladı. Üzüldü. Gebersin.

İlyas ikinci bir şans istiyor sonra, Asya da vermek istedi.

Sonra yine bir şeyler oldu. İlyas evladını kaçırıyor zannetti. Peşine düştü. Kala kaldılar dört kişi.

Samet annesine koştu. Cemil karısına evladına koştu. Asya yavaş yavaş yürüdü İlyas'a sonra aniden koştu Samet babasına koştu.
Asya yine sordu sevgi diye.
Evladını seçti.
İyiliği seçti.
Bence doğruyu da seçti.

Sevgiler



Kızgın Bir Erkeğe Yaklaşma Rehberi

Bu konuda oldukça deneyimli olduğumu, deneyimlerimden Dalai Lama gibi dolup taştığımı ve bilgilerimi artık insanlığa yararlı olması açısından yazmam gerektiğini düşündüm.

Öncelikle sinirli bir erkeğe yaklaşırken telaş etmeyin fakat bir kol mesafesinden ileri gitmemek de lazım yoksa nami diyar Köksal baba gibi durağan halden hareketli hale geçebilir, ekseni etrafındakilere oldukça büyük hasarlar verebilir.

Daha önceden yaptığınız antremanlardan keza bu işi tek seferde yapabilmek büyük bir soğukkanlılık ister dünyalar şirini bir kedi edasıyla haklısın, olabilir, kusura bakma ben de bugün biraz sinirliydim gibi kendinizi suçlu göstercek bir kaç hoş söz söylemek de faydalıdır.

Bir takım erkekler sinirlerini boşaltana kadar konuşmak isterler bunlar için yapılcak şey ışığı görmüş hamamböceği nasıl ki ölü takliti yapıp hareket etmiyorsa aynı şekilde kıpırmadan fakat çok da göz teması kırmadan arada gözleri kaçırarak iletişim kurmaktır.

Sinirli bir erkek çöp kutusunda bulunan bir kediye benzer bir kere karşılaştıysan daima temkinli olmak gerekir, kutunun içinden firlayacak kedinin saatte yapacağı hız ve atlayabileceğini asla bilemezsin.

Bir erkek sinir halideyken asla sessizlik anında barışmaya çalışmamalısınız bir müddet zaman  gerekir kendisinin de suçlu olduğunu anlaması için.

O anda ağlıyor olmak sizi daima ağlayan biti gibi gösterir çok ağlamak biraz da karizma kaybına neden oluyor.

Etraf sakinleştikten ve erkek olan birey kendine geldikten sonra tam olarak şu tarzda cümleler kurulmalıdır:
 Sen dışarıda bir noktaya odaklandığın zaman brn bir başka kadına baktığını düşünüp üzülüyorum. Öyle olmadığını biliyorum ama nedense işte üzülüyorum. Kendime hakim olamıyorum.

Çektin mi bütün elemi kederi üstüne, adama kendini savunacak bir cümle sundun mu yok. Burada artık seninle tartışması pek de mümkün olmuyor.

Şimdi sarılıp barışınız. Bu taktiklerin bir kısmı kadınlar üzerinde etkilidir. Fakat kadınlar hiçbir zaman çok da yalnız bırakılmamalıdır.

Sevgiler...

Çamur Gibi

Aslında oyun hamurumuzda vardı.
O yoksa biraz un, biraz su.
Ben her nedense ellerimin çatlamasını seviyordum.
Öyle bölük, pörçük olmasını,
Kolayca bir şekil almamasını,
Kurumasını sonra donup kalmasını zor ama uzun ömürlü bir şeydi.
Herkes çamurla oynuyor gibiydi.
Bazıları hakikaten çamur gibiydi çirkin, can yakan, yapışan, elde avuçta ne kadar güzel olan şey varsa götüren.
Oralardan başlayan bir şeyler var ki bende kolay olan hayatın hiçbir kırıntısına rastlayamadım.
Kime dokunsan o da zor bir şeyler yaşamış.
Kime güzel bir şey anlatsan o daha da güzelini yaşamış.
Kimin gözünün içine baksan daima senden ihtiraslı.
Kime ne için sorsan seni, senden daha iyi anlıyor.
Peki ya neden?
Kimle ne için savaşıyorlar.
Yağmurdan niye kaçıyorlar?
İçimde ki kötü olanlara duyduğum merhamet azaldı.
İçimde yavaş yavaş öfkelenen, benden olmayan , bana yakışmayan bir şeyler oldu.
İçimdekine kızmıyorum.
Kötü olmak istemiyorum.
Bir nasumiyet özledim.
Benden uzakta kalan.
Bana çok yakışan.
Bana bir amaç sağlayan.
Çokları gibi olmak değil.
Çok azları gibi olmak istiyorum.
Dağ başında yeşermiş ismi bile olmayan bir çiçek.
En nadide sesli olmayan ama hiçbir şeye benzemeyen bir bülbül.
Kendi yatağını yavaşça kazmış bir dere gibi.
Kötülük yapıldığını farketmediğim günleri özledim.

Kötülere merhamet edenlerden olmayı özledim...


Aşık Olamamak

Elbette karşınıza bir Kadir İnanır karizmatikliği, bir Türkan Şoray güzelliği çıkmmaasından mütevellit yaşanmaya başlanmamış olabilir fakat sevmek için gerekli iki, üç etken madde de yok değildir.

Evvela sen kimsin yahu diye bir sorman lazım kendine baktın cevap gelmiyor, alel acele ikinci bir soru şart. Mesela kendini seviyor musun gibi. Muhtemelen ona da bir cevap vermediysen, kendine nasıl olur da nasıl bir insanı sevebileceğini sor ama herhangi bir yanıt verme çünkü değişecek.

Üç yıl önce delicesine sevdiğin bir şeyi şu an hala seviyor musun muhtemeldir ki evet fakat sevmediğin şeyler de vardır. Zaman git gide değişiyor. Daha başka bir şeyler oluyor dünyada. Hergün yeni bir şey var televizyonda, radyoda, insanlarda, doğa bile kendi kendine bir degisiklik yaptı. 23 Nisan'da kar yağdı mesela. Ekolojik bir bozukluk mudur elbette ki mümkün . Demek doğa bile  bunca kudretiyle sabit kalamıyor zaman için de.

Çok yıllık bitkiler mesela! Asla yapraklarını tamamen kaybetmeyen bir çam ağacı mısın? Her mevsim biraz biraz azalman lazım herhangi bir konuda olabilir. Daha az merhametli olabilir, daha az şefkatli olabilir daha çok sabırlı da olabilirsin. Kendine bir şeyler için zaman vermen gerek. Bazı yaraları farketmesen de sarıyor olabilirsin ya da ne istediğinin o kadar çok farkındasın ki ve o kadar yanlış bir yolda gidiyorsun yolun sonuna varmadan görebilmen lazım. Bu iş bir dört işlem mekaniğinde yürümüyor. Belli değişken şeyler var. Sen bile çoğu zaman kendini kadere teslim etmesen de kaderden razı olmuyor musun?

Bırak olanı biteni tüm hayatında yaptığın şu doğrudur bu yanlıştır cetvelini.
Sana lazım olan senin aradığın, bulmak istediğin , bulduğunu zannettiğin şey değil. Biraz gönlünü nadasa bırak, bırak ki bulduğunda yorgun argın ve çokça korkulu olma.

Her şeyin bir zamanı var gece asla erken bitmiyor. Bir kuş asla zamansız göçmüyor.
Her şeyin bir zamanı var.
Her şeyin senden üstün bir hesabı var.
Bir İlkbahar için çetin bir kış gerek.
Sen bu zor kışı sadece kolayca atlatmaya bak...



90'ların Şarkıları

O zamandan bu zamana hatırladıklarım, kulağımda ansızın çalanlar:




Ajda Pekkan;

Yaz Yaz Yaz:Tam bu zamanda ki ergenlerin arayıp bulamadıkları lafı gediğine oturtan şarkılardan fakat eski şarkıdır azizim, utanırlar!


Ayna:

Ölünce Sevemezsem Seni:

Sözleri oldukça ağır olan bir Karacaoğlan şiirine ''sevişmek hüner değil'' gibi saçma sapan bir söz  ilave etmişlerdir. Nedense bu durum bana Şahin denilen arabaları çok anormal modifiye eden ve hatta Mercedes amblemi taktıran( bmw olayını çoktan aştım) insanları hatırlatıyor. Zihinlerde kavram kargaşası yaratmayı seviyor olmalılar.


Candan Erçetin

Çapkın: 
Hangi Aşk Adil ki
Sevdim Sevilmedim
Umurumda değil: (Finallerden sonra dertlenmelik, Mühendislik nedir, neden bırakılır?)


Demet Sağıroğlu;

Arnavut Kaldırımı


Emel Müftüoglu:

Hovarda (Kesinlikle 2016 versiyonu değil, ses kalitesine rağmen)


Kayahan:

Sarı Şekerim
Yemin Ettim



Kenan Doğulu:

Ben Güzelden Anlarım
Yaparım Bilirsin


Leman Sam:

Anladım
(Yeri doldurulamazlardan)


Murat Kekili:

Bu Akşam Ölürüm 
(Zeki Müren-Kahır Mektubu ile kapışır)


Mustafa Sandal:

Jest Oldu
Araba
Aya Benzer


Serdar Ortaç:

Karabiberim


Sezen Aksu:

Adı Bende Saklı
Gülümse
Rakkas 
Tutuklu
(Genelde anneler dinlerdi)


Yonca Evcimik:

Bandıra Bandıra



Zerrin Özer:

Paşa Gönlüm



Benim çok sevdiklerim bunlarda siz de en sevdiklerinizi yorum olarak bırakabilirsiniz.
Sevgiler...







Ülkece Depresyondayız

Muzip olmanın ayarını ara-sıra kaçırdığım doğru olsa da kendimde en sevdiğim şey belki de bu.
Hayatta en çok sevdiğim şey birinin  gülümsemesi aslında.
Birileri gülsün istiyorum ha birileri de beni güldürüyor mu deme keyfime fakat ülkece depresyonda olmamız nedeniyle bir hayli zor.
Çok halktan kişiler var sıradan bir şeyler söylüyor bakıyoruz milyonlarca kez izlenmiş.
Bir şeylerin noksanlığı var bizi biz olmaya iten şeyler var.
Artık en çok izlenen filmler bir yerin Kars gibi Sivas gibi toprağından olan şeyler.
Benlik oluyor, sen olmasan da falanca buna benziyor diyorsun  kafanda daha net oturuyor bir şeyler.
Ülkece depresyondayız. Kızabilmek çok kolay şimdilerde sakin kalan insanlar ender bir entel birilerini uzaktan izliyor.
Gülmeyi özledik.
Bizden olanı özledik.
Yarın ne olacağını düşünmemeyi özledik.
Kendimizden olanı bulmayı özledik.

Sevgiler

Kadın Nasıl Olmamalıdır

Şarkı , şiir , söz grubu, atasözü , filozof düşünceleri ismine her ne dersen  de kadın söyle olmalıdırı anlatan her kinaye ve sözden ve vecizeden  açıkçası tiksiniyorum.

Öyle şiirler var ki kimi erkekler tarafından yazılmış okudukça insanın aklı duruyor. Saçını 8 ton değiştirmiş karısını  fark edemeyen erkek nasıl bir kadın istediği konusunda öyle detaycı bir liste çıkarıyor ki; bu ne detay yakalama yeteneğidir yiğidim seninle tanışmak istiyorum demek geliyor insanın içinden...

Yay gibi kaş, okka burun, ok gibi kirpikler, ayak numarası, ten rengi , yemek yapabilme kabiliyeti, çeşitli mekanlarda ki çeşitli yetenekler, ses tonu, gülüş şekli, saçın tanımı, gözün rengi, ırkı, düşünce şekli, para kazabilme yeteneği, mesleği ki burada bahsedemeyeceğim daha binlerce şey insanın kanı konuyor.

Cinsiyeti fark etmez bir kadının bir kadın için yaptığı şöyle olmalıdır sözü ne kadar çirkinse karşı tarafın yaptığı dayatmalarda aynı şekilde mide bulandırıcı.

Bir arabayı anlatır gibi bir kadın tarif etmek ya da kendinde bulanan bir niteliğin bütün kadınlarda olması gerektiğini söylemek, kadın üzerinden kadına prim yaptırsa da her üniversite de açılmış işletme bölümü gibi kalitesinden ödün verdiriyor.

Bütün kadınlar çılgınca birbirine benzemeye niyetli bir moda akımı gelip vuruyor herkes aynı şeyleri giyiyor. Bir sene bakıyorsun herkesin kaşı dağlar kızı reyhan bir diğer sene bakıyorsun hakikaten yay dedikleri şey buymuş diyorsun.

Sen de sana ait olan sadece sen de olan herhangi bir güzel nitelik yok mu?
Senin düşünce, söylem tarzın bir farklı olsa dünya çok mu şey kaybeder?
Kendin olabilmek sadece her aklına geleni söylemek mi?
Birinin beğendiği bir şey olmaktan ziyade kendini beğendiğin bir şekilde olmak sana ne kaybettirir?
Bu kadar çok benzeşme kime yarar sağlıyor?
Neden kendini bulmaktan ve kendin olmaktan bu kadar rahatsızsın?
.
.
.


Türk Erkeği Çocuk Doğurabilir Videosu

Öncelikle Facebook üzerinde karşıma çıkan videonun ismini görmemle gülmem aynı periyotta gerçekleşti.
Aslında soruyu soran spiker ''Kadınlar neden maço erkek sever '' diye olaya giriyor. Fakat kadın bir hayli düşünceli ve direk olarak sağ alt tarafa doğru bakması cevabın yüzde yüz içsel olduğuna ve bunu sezinlemeye çalıştığına bir işaret oluyor. Kadın nasıl bir adam istediği konusunda düşünülmüş bir cevap vermiyor,tam o an da düşünüyor.



Hemen ardından kılıbık bir erkek tanımı yapıyor fakat burada dikkat edilmesi gereken şey muazzam derecede olaya hakimiyet, aşağılar bir gülüş. Tabi unutulmaması gereken bir nokta da göze çarpıyor kadınlar adına bir cevap vermeden direkt olarak ''Benim tercihim kılıbık erkek değil.'' demesi genel-geçer bir durumdan bahsetmiyor , kendine oldukça güvenen bir kadın ki hakikaten kadını sosyal medya üzerinde bulsam hemen eklerim.

Ardından tanım kısmına geliyor ve açıklıyor; ev işi yapsın, en son çamaşır bulaşık (ve o anda gelen muazzam aşağılayıcı gülüş) en son çocuk yapsın olur diyor ki; şu sıralarda ağızda hafifçe dönen sakızla birlikte aylarca düşünülse bu kadar tamamlanamayacak bir karakter çıkıyor ortaya.

Sonlara doğru kadının iflah olmaz bir haber tutkunu olduğu ortaya çıkıyor çünkü Amerika'da ki erkekler yapmış. Amerika'da ki herhangi bir erkek yapıyorsa muhtemeldir ki Türk erkekleri de çocuk doğurabilir olay güzel bir hipotez yaratıyor kendi içinde, henüz denenmemiş fakat fikir olarak oldukça uygun. Sonra olayın filhakika sonuçlanabilmesi için tek bir şey gerek, kontrollü deney. Elde ki imkanlar neticesinde bu işi eşiyle yapabilir fakat kendisi doğanın imkanları gereği yapabilecek yaşta değil yoksa her bir Türk erkeği çocuk doğurabilir. Pek çokları evde mayın gibi özenilerek konumlandırmış çoraplardan şikayet ederken,Türk erkeğinin çocuk doğurabileceğine dair ağır bir görev yüklendi çilekeş,zulmü en ağır derece hisseden  beylerin omuzuna. Devamın da istese de yapamaz cümlesi ortaya çıkıyor buradan bir kısım depresyon halinde ve sataşacak güzide bir canlı arayan hanım kızlarımız için bulunmaz bir nimet. Elin kadınları ,kocalarına çocuk bile doğurtacak (imkan bulsa) fakat ben bir ekmek almaya gönderemiyorum. Oldukça ateşleyici bir cümle kullanılabilir.

Tıpkı ben de bu kadın gibi Türk erkeklerine güveniyorum. Sakın ha zannedilmesin ki çocuk doğurmak mevzusunda güveniyorum.
Mesela sokakta yalnız yürüyen bir kadına sataşmamak üzere,
Karısına, kızına , kardeşine, ablasına şiddet uygulamamak üzere,
Herhangi bir kadına şunu, bunu yapamazsın dememesi üzerine,
Tecavüz, taciz deyince sümme haşa demesi üzerine,
Kadın işçi çalıştırmak istememesi üzerine,
Otobüs, tren ve benzeri mekanlarda kadınları rahatsız etmemesi, çeşitli şekillerde dokunmaya kendine ve başka bir erkeğe hiçbir şekilde cevaz vermemesi üzerine,

OLDUKÇA fazla güveniyorum. Yoksa lafın devamı Türk erkeği çocuk doğurabilir diyor ya o iş de bize kalsın. Hiçbir kadında ciddi şekilde rencide olmaz eminim.
Öyle ince hesaplar yapmak işin amiyane tabiriyle ancak goygoyu olur.

Sevgiler...

27 Nisan 2017 Perşembe

İlk Hayal Kırıklığı

Sekiz, dokuz yaşlarına tekabül eden bir zaman aralığındayım hayatımın. Sonunda kendimi Ayşegül şurada, burada kitaplarından kurtarabilmişim.
Güzel bir kış günü olduğunu hatırlıyorum ve tabi ki hala eksikliğini aradığım, keşke olsa dediğim soba. Annem elinde pek çok şey ve bir kitap.
Kitabı zorla okutturulmak üzerine  aldım elime elli sayfa civarı bir kitap . Kapağı oldukça hazin duruyor pek tabii eminim ki Türk filmi gibi bir şey olmalı. Sezercik'e oldukça benzeyen bir karakter fakat bu bir Andersen masalı. İnat etmiş okuyorum. Acaba diyorum  sonlara doğru bir evlat edinilme olur mu bir mucize mi yaşanacak fakat yaşanmıyor. Sezercik daima mutlu oluyorsa bu garip kız niye olamasın çok ümitli bir şekilde devam ediyorum.

Çok beter bir üvey anneden bahsediliyor ki ben Sezercik kaybolunca bile ağlayan bir birey olarak okuma hızımın çok düşük olmasından mütevellit acımı derin derin yaşama zamanı buluyorum. Anne diyorum ben bunu okumak istemiyorum. ELBETTE genel-geçer tembelliğim göz önünde bulundurulunca isteğim reddediliyor. Okuma taklidi yapıyorum anlaşılıyor zorla devam ediyorum tam bir dram kitabı fakat dram nedir bilmiyorum.Fakat biçare  bir  şekilde ümitliyim. Okuduğum, bana okunan her kitapta mutlaka güzel bir bitiş var. Hikaye ilerliyor bir yerden sonra ben kızın yerine kendimi koyuyorum. Bir polise sığınabilir ama polislerde ya polis kıyafeti giymiş kötü biriyse yahut yaşlı bir teyzeden yardım istenilebilir fakat yaşlı teyze yardım etmek istese zaten para verirdi.
Kitabın son sayfalarında, kitapta ismi belirtilmeyen kız da hayal kurmaya başlıyor işte diyorum umutla ,tam zamanı güzel bir bitiş olması için en güzel zaman  budur beş cümle daha okudum ki kız  bir anda öldü. Allah'ım diyorum yanlış mı okudum dönüp bir daha okuyorum yok yanlış mı anladım acaba. Koşup anneme soruyorum insan donarak ölebilir mi çünkü ölmemiş olması gerekir. Tereddütsüz olabilir cevabını alıyorum  Akşam babama bir daha okutuyorum  yine bir sonuç alamıyorum yanlış da okumamışım.
O gün çok ciddi bir şekilde babama bir hikaye kötü sonla bitebilir mi demiştim. Babam da neden bitmesin dedi. Çok uzun bir zaman kitabın yanlış yazıldığını ya da yazarın pişman olduğunu düşündüm. Bundan çıkarılacak herhangi bir sonuç olamazdı çünkü her hikaye her film güzel bitmek mecburiyetindeydi.Şaşırdım ümitsiz bir hale büründüm
Dolayısıyla bu kitap hayatımda ki ilk hayal kırıklığımdır ve ileride bir çocuğum olursa kitabın son sayfasını yırtıp başka bir sonla anlatacağım.
Kibritçi kızın donarak ölmediği.
Kibrit satmasına gerek kalmadığı.
Babaannesine henüz kavuşması gerekmediği üzerine...
SEVGİLER...

Yeni bir Dua

Bugün yeni bir dua öğrendim.
"Kimisi şansa bıraktı, kimisi zamana bıraktı, ben de sana bıraktım ya Rab"
Öyle güzel ki dedim kendi kendime. Hiç duymadığım belki hiç akıl etmediğim bir dua
Aklıma sarı Selim diye anılan ikinci Selim'in de böyle bir niyeti olduğu ve niyetinde halis bir yola girip galip çıkması geldi.
Ahmet Şimsirgiril'in söylediğine göre Sultan Selim şöyle demiştir.
"Asker Mustafayı tutuyor annem ve babam da Beyazıtı tutuyormuş,  bize de Rabbimiz yeter tevekkül ehliyiz."
Ve en sonunda tarihin en kudretli devletinin en şanssız görülen şehzadesi  ikinci Selime, Allah tarihin en büyük devletlerinden birinde elli senelik bir hükümdar olma şansı vermiştir.

Allah bize bu duayı unutturmasın İnşallah.
Sevgiler...

Tuhaf Bir Ölüm

Saadetli parlak bir ışık yolu üzerindesin,
Ve dahi imkan yok sana kaybolmak üzerine.
Mutlu mutlu uyanıyorsun kırmızılı mavili gök yüzüne karşı,
Bitmeyecek diye umuyorsun,bitiyor ama bu yol inişte.
Dert, keder  sana bir milyon ışık yılı uzak.
Ve uzaklık kavramı aslında o kadar fiziki bir terim değilken,
Esrarengiz bir olay gibi düşüyorsun üstüne.
Bir korkaklık yok üstünde henüz,
Aslandan kaçan bir ceylan yavrusu değilken,
Çokça şikayetçilik alınyazısı gibi vuruyor tam kaşının arasındaki çizgilere,
Bir gece ansızın olmuyor ama çok gece ki  yaşananlar kanıt sunmuyor evdekilere,
Bir bağırış var kızgınlık tonundan uzak,
Bir sessizlik var geceyi ve sonraki her günü birbirinden ayıran,
Yine herhangi bir nisan günü,
Havasız kırmızı bir oda sanki ölüm üstüne dizilmiş,
İlle de her ölüm kandan mı olacak, olmuyor.
Baygınlıkla benzer bir mayışıklık.
Açık fakat görmeyen gözler,
Bir ambulans sesi kim ne zaman aradı bilinmiyor,
Bir sedye fakat asla beyaz değil.
Bir kadın iki adam hızlıca içirde,
Sonra bir an sessizlik dikkat çekiyor.
Ne oldu ne bitti bilmeden,
Yarın günlerden ne merak etmeyerek,
Sonraki gün uyanarak koşup gidiyorsun bir hastahane odasına,
Bir anda filmlerde duyduğun bir ses,
Birileri kolundan çekip götürüyor seni tuhaf bir ölüm oluyor gözünün önünde,
Bin yıllık mısır tanrıça heykeli gibi donuk,
Artık üzerinden su geçmeyen bir nehir  yatağı gibi kupkuru,
Bir poster gibi duygusuz,
İlk defa acıdan ağlayamıyorsun.
Tuhaf bir ölüm oluyor on, on beş kişi için.
Hepsi bir nisan gecesi oluyor.
Yıldızsız bir gökyüzünde.
Bir kurbağa ve bir çekirge sesine hasret bir beldede.
Betonlara bakıyorsun.
Ay bile buluta sığınmış, hiddetinden kaçma tecellisiyle.
Bir nisan günü tuhaf bir ölüm oluyor.
On, on beş kişi için,
Yağmurlu bir ilkbahar gününde.
Ve fakat umuttan bir hayli uzak.
Sadece on , on beş kişi için.




Ömür Dediğin Programı

Trt 1'de yayınlanan bu programın çoğu hikayesini izlemiş.İzlerken ağlamış, dayanamayıp izlemeye devam etmiş bir insan olarak hiç sevinçli bir hikayeye rastlayamadım.
Her nedense tatlı-acı-hüzünlü hayat hikayelerinden üç beş sonuç çıkarmak çıkarmak istedim.

Tasarruf, emek, daha çok emek. vefakarlık.

Anne babaya hürmet mi pek tabii. Yalnızlık nasıl bir şeydir, en çok kime lazım bir ses duymak zar zor anladım.
İnsanın kalbi nasıl kırılır tamiri nasıl mümkün değildir, öğrendim.
Fakirlik temiz hayat görüşüne engel midir, sorusuna cevap buldum.
Bir kaç beyit bilmenin , şarkı türkü duymanın, söylemenin nasıl yürek ferahlattığını anladım.
Ömür dediğin şeyin saman alevi gibi hızlıca bitip tükendiğini defalarca duydum.
Ne için yaşanır hala öğrenemedim ama insan herhangi bir kırk dakikadan neler öğrenebilir defalarca kez anladım.


VE sonuç olarak hayat, yaşam ,ömür dediğin  hangisi kulağa daha hoş geliyorsa işte onun;çok da aydınlık çok da umut verici bir şey değil olmadığını ve kafat  denemeye devam etmekte fayda olduğunu öğrendim.